1990 yılında kadına yönelik şiddetle mücadele etmek amacıyla kurulan Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı gönüllüsü Hale Çelebi, vakfın çalışmaları ve kadın dayanışması hakkındaki sorularımızı yanıtladı.
Mor Çatı yaklaşık 30 yıldır, şiddet gören kadınlara dayanışma ve sığınak desteği sağlıyor. Kadın dayanışmasının da önemli bir temsilcisi. Mor Çatı ile yollarınız nasıl kesişti?
Feminist kadınlarla üniversitede tanıştım. Feminizmin, aslında küçüklüğümden beri cinsiyetime dayalı olarak maruz kaldığım, denk geldiğim tüm eşitsizliklerin içimde oluşturduğu o isyanın kendisi olduğu gerçeğiyle yüzleştim ve örgütlendim. Feminist hareket, farklı temalarla politika zeminleri oluşturan, bu başlıklarla eylemlilikler kuran bir hareket. O dönem benim o zamanlar örgütlü olduğum Sosyalist Feminist Kolektif de Mor Çatı gibi İstanbul Feminist Kolektif’in (İFK) bir bileşeniydi. Başka birçok ortak platformda bir aradaydık ancak sanırım Mor Çatı’yı en çok İFK’da yakından tanıma ve ortak zeminde politika yapma şansım oldu. 2016 yılında Mor Çatı gönüllü atölyesine katılarak gönüllü oldum ve o zamandan bu yana Mor Çatı gönüllüsüyüm.
6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi’nin halen tartışılıyor olmasını ve gündelik siyasetin kadınlar üzerinden nefret dili geliştirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi, kadınların haklı ve güçlü mücadelelerinin en önemli kazanımlarından. Kadınların haklarına yönelik saldırılar uzun süredir devam ediyor. Kadınların şiddetle mücadelelerinde temel bir dayanak noktası olan 6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik bu tartışmalar, kadına yönelik şiddetin kaynağı olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğini pekiştiren politik söylemler, faillerin cezasızlık durumları, kadınların deneyimleri ve saha çalışmasında tanık olduğumuz kötü uygulamalar ile birleştiğinde failleri cesaretlendiren bir zemin yaratarak kadınların şiddetten kurtulma mücadelesini güçsüzleştirmeyi hedefliyor. İstanbul Sözleşmesi, kadınların yaşamlarının şiddet yoluyla baskı ve kontrol altına alınamayacak olmasının teminatıydı. Türkiye bu sözleşmeyi imzalayarak uluslararası bir zeminde kadınları ve çocukları şiddet ve istismardan koruyacağına dair bir söz vermişti. Bu sözden dönmeye çalışmak demek, kadınların şiddet görmediği bir yaşamın gündemlerinden çıktığını ilan etmek demek. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunu tartışmaya açanların argümanlarına baktığımızda, kadınların şiddetten nasıl daha etkin korunacağına dair değil, kadınları kök veya heteronormatif evlilik yoluyla kurulan aileler içine hapseden, erkeklerin hem toplumdaki hem ailedeki konfor alanlarının nasıl devam edeceğini dert edinen söylemleri duyuyoruz. Yani bu tartışmaların amacı ve mesajı çok açık aslında.
En önemli faaliyetleriniz şiddete maruz kalan kadınların sığınma ihtiyacını karşılamak ve bu süreçte de kadını güçlendirmek. Kadınlar ve çocuklar için ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz?
Mor Çatı’nın bir dayanışma merkezi, bir de söylediğiniz gibi bir sığınağı var. Yaşadığı şiddet nedeniyle dayanışma merkezimizi arayan kadınlar; önyargılı, yargılayıcı olmadan, sorgulanmadan ve ayrımcılık yapılmadan dikkatlice dinleniyor. Kadınların getirdiği ihtiyaçlar, hikayelerindeki hak ihlalleri, kötü uygulamalar, riskler ile kadınların yapmak istedikleri, seçenekleri, planları, güçleri ve kaynakları, kendi hayatlarına dair nihai karar kadınlara ait olacak şekilde onlarla birlikte değerlendiriliyor. Kadınlarla kurduğumuz dayanışma, kendilerinden beklenen veya toplum normlarına göre doğru kabul edilen kararları alması gibi bir koşula bağlı olmadığından, kadınların kararlarına ve adımlarına saygı duyuluyor. Eğer bu süreçte bir zorlukla karşılaşma ihtimali doğarsa diledikleri zaman bize tekrar ulaşabilecekleri söyleniyor. Kadınlarla güçlerini ve kaynaklarını fark etmeye dair güçlendirme çalışması yürütülürken, çocuklarla maruz kaldıkları veya tanık oldukları şiddetin etkileri üzerine ruhsal ve sosyal çalışma yürütülüyor. Aynı zamanda kadınlar, çocuklarıyla yaşadıkları zorluklarda ebeveynlik konusunda güçlendirilmeye çalışılıyor. Mor Çatı’nın en bilindik faaliyeti kadınlarla kurduğu birebir dayanışma olsa da daha az görünür olan ve bizce bu çalışmayı bütünlüklü ve mümkün kılan diğer politik faaliyetlerimizden de kısaca bahsetmek isterim. Çünkü saha çalışmamızı, diğer politik faaliyetlerin yarattığı değişim, güç ve olanaklarla güncel tutma ve geliştirme şansı yakalıyoruz. Yıl içinde karşılaştığımız yeni ihtiyaçları değerlendirme ve tartışma zeminleri yaratmak üzere çalıştaylar düzenliyoruz. Şiddetle mücadele alanındaki deneyimlerimizi paylaşmak, uygulamaları birlikte değerlendirmek, ortak politikalar saptamak ve kamu kurumları ile kadın örgütleri arasında bir iletişim kanalı oluşturmak amacıyla 1998’den bu yana her yıl Kadın Sığınakları Da(ya)nışma Merkezleri Kurultayı (Assembly of Women’s Shelters and Solidarity Centers) düzenliyoruz. Kamu kurumları ve belediyelerde kadına yönelik şiddetle mücadele alanında çalışma yürüten kişilere yönelik eğitim ve atölyeler düzenliyoruz. Deneyimlerimizi hem ulusal hem uluslararası alanda çalışma yürüten STÖ’ler, kadın, LGBTİ+ ve göçmen örgütlerinin de yer aldığı çalıştaylara, seminer
ve konferanslara katılarak paylaşıyoruz, çoğaltıyoruz. Erkek şiddetine yönelik farkındalık yaratmak, izleme ve politika çalışmalarımızı ve önerilerimizi kamuoyuna duyurmak amacıyla basın açıklamaları ve sosyal medya kampanyaları gerçekleştiriyor, yayınlar hazırlıyoruz. Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin izleme komitelerinde yer alarak, bu sözleşmelerin nasıl uygulandığına dair deneyim ve görüşlerimizi paylaştığımız bağımsız raporların yazımında yer alıyoruz.
Dünden bugüne Kadın Hareketi’nin gelişimi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bunu Mor Çatı’nın kuruluş hikayesini anlatmaya başladığımız Dayağa Karşı Yürüyüş üzerinden yanıtlamak isterim. Bu yürüyüş, 1987’de, 1980 darbesinin baskıları hala devam ediyorken sokakta cesaretle varlığını ortaya koyan kadınların mücadelesi sayesinde gerçekleşti ve binlerce kadının feminizm ile tanışmasının yolunu açmış oldu. O günden bugüne, özel olanın politik olduğunu dile getiren feminizm her kesimde yayıldı, yayılmaya devam ediyor. Her gün daha fazla kadının kendini feminist olarak tanımlaması, feminizmin kapsayıcılığı ve gücünü bağımsızlığından alan bir hareket oluşundan. Tüm baskılara ve yasaklama çabalarına rağmen maruz kaldığımız saldırılara ve eşitsizliğe olan isyanla, değiştirebileceğimize olan inancımızla ve bir arada oluşumuzdan aldığımız cesaretle Taksim’deki 8 Mart Gece Yürüyüşleri’nde her yıl daha kalabalıklaşıyoruz. Çünkü kadınlar olarak elimizde ne varsa kendi mücadelemizle kazandık. Yani baskıyla mücadele etmek bizim en iyi bildiğimiz şey. Mücadeleyle hak kazanmayı en iyi bilenler olarak, İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden imzalandığı; bedenlerimizin, hayatlarımızın, kararlarımızın kontrol altına alınamayacağının anlaşıldığı, yaşamın her alanında eşit bir şekilde var olacağımız günlerin çok yakın olduğuna inanıyorum. Sokakta çok inanarak attığım bir slogan var: Dünya yerinden oynar kadınlar özgür olsa! Kadınların özgür olduğu eşit bir dünya mümkün ve yakın!
Comments