Sadece yaptıkları işlerle değil; özgün duruşları, tarzları ve karakterleriyle birden fazla nesle ilham kaynağı oldular. Kendi dönemlerinin ötesine geçerek ortak hafızamızda yer edinen üç isimle; Burcu Esmersoy, Ece Sükan ve Teoman'la “zamansız” olmanın sırlarını ve sınırlarını konuştuk.
BURCU ESMERSOY
Burcu Esmersoy’un zamansızlığı, bana büyük bir dinamizmi, yorulmayan bir zihni ve yeniliği karşılamada müthiş bir ev sahipliğini ifade ediyor. Sen zamanla ilgili neler düşünüyorsun?
Bu iltifatı büyük bir keyifle gurur duyarak ve kucaklayarak kabul ediyorum. Kendime biraz dışarıdan bakarak cevap vermeye çalışayım; zaman, algımızı değiştirerek yaklaşmamız gereken ve bize çok hızlı gelen gelişimine ve hızına ayak uydurarak yanımıza almamız gereken bir yol arkadaşı aslında. Ancak bu şekilde kendimizi ona ayak uydurma hali içinde bulabilir ve zamanın keyfini çıkarabiliriz.
Erkekler, toplumun erkeğin rolü olduğuna inandığı şeyleri yapmaktan çekinmiyorlar fakat kadınlar için aynı şeyi söylemek çok güç. Var olmak bile bazen büyük bir kavga gerektiriyor. Özellikle futbol gibi bir alanda uzun süre ekranda olmak nasıl bir deneyimdi? Televizyon kanalındaki ilk gününde yolun geri kalanını düşünmüş müydün?
Hiç düşünmemiştim ama dediğin gibi belli ve alışılagelmiş -çoğu zaman anormal diyebileceğimiz- roller biçiliyor hepimize. Bunu kabul ederek boyun eğip teslim olabilir ya da istediğiniz şeye -benim için bu bir başarıydı- ulaşmak için çaba sarf etmeyi seçebilirsiniz. Ben, benden sonra gelecekler için işi bir tık kolaylaştırabilmek görevini de yüklenerek rol tanımının biraz değişmesini sağladım sanırım. Ne mutlu bana.
Ülkeler, şehirler, mekânlar senin için ne ifade ediyor? Farklı zaman dilimlerinde olmak ve seyahat etmek bir tutku mu?
Son zamanlarda çokça hayıflandığım bir şekilde cevap vereyimbu soruya: Saat farklarının neredeyse gündüz saatine malolduğu uzaklıklara uçuyorum, çoğu zaman giderken kazandığım zamanı dönerken kaybetmenin üzüntüsünü de dinlenme haline çevirerek yine bunu da kazanca dönüştürmeye çalışıyorum aslında... Seyahat etmenin; yeni yerler görüp yeni insanlar tanıma boyutu ve kültürel kazanımıyla daha çok ilgilenip sadece keyif almaya odaklanıyorum. Seyahat benim vazgeçilmezim, umarım yolculuklarım hep kolaylıkla ve güzelliklerle geçmeye devam eder.
Tarihler çok kolay unutulur ama bazı anlar baki kalır; güneşin tenimize değdiği an hissettiklerimiz, büyürken koştuğumuz sokaklarda saatin kaç olduğu hep aklımızdadır. Geriye dönüp baktığında zamanın sana insaflı davrandığını düşünüyor musunuz?
Ben zamanın ve yaşanan her şeyin tecrübe olarak kazanıma dönüştüğüne inanan bir insanım. O yüzden yaşanan tüm deneyimlerin hepsi çok güzel, ayrı ayrı güzel.
Zaman önce düşüncelerimizi ve bizi, sonra çevremizi değiştirir. Fikir değiştirdiğinde bunu cesaretle söyleyebilir misin?
Rahatlıkla söyler hatta altına imza atarım. Öğrendiğimiz, bize öğretilen çok şey olduğu gibi, doğduğumuz andan itibaren bize eklenen sayısız tanımlama ve sıfatımız var. Bunları bir görev gibi alıp hayatının sonuna kadar üstünde taşıyan insanlar var. Kimi insanlarsa yüksek bir farkındalıkla bu tür tanımlamaları değiştirmek için çalışıyor. Ben ikinci gruba daha ait hissediyorum kendimi, durum böyle olunca da zaman içinde fikirlerin değişmesi ve bakış açısının farklılaşması çok normal.
Kariyerin yoğun tempoda devam ederken ansızın dinginliği çağıran bir döneme ihtiyaç duyuyor musun?
Duymaz olur muyum hiç? Tükenmişlik denemez ama yoğun temponun ardından gelen ilk sakin sabaha uyandığımda, telefondan bir yabancı hatta bir düşman gibi uzak olmayı istediğimi fark ettiğim zamanlar oluyor. Çünkü yorgun hissediyorum; kendimi korumak, dinlendirmek, şarj etmekle ilgili çaba sarf etmeyi tercih ettiğim zamanlar elbette oluyor.
Zamansız olmak senin için ne ifade ediyor? Kuralları koyan olmak mı, kurallardan bağımsız bir hayat sürüyor olmak mı?
Kesinlikle kurallardan bağımsız olabilmek. Çünkü kural koyma çabası bile sorunun doğru cevabının doğasına aykırı duruyor.
Senin zamansız bir ikonun var mı?
Tek bir şey söyleyemem. Çünkü bu bir kişi olabileceği gibi bir sanat eseri, bir şarkı, bir film, bir kitap, bir yer bile olabilir. Daha bunların arasında en zamansız olan nedir benim için bunu bile bilmiyorum.
ECE SÜKAN
Ece Sükan’ın zamansız duruşu benim için üretmenin, yaratmanın ve çalışmanın ilhamını çağrıştırıyor. Çok genç yaşta başladığın bu yolculuğun seni bugüne taşıyacağını düşünmüş müydün? Baleden modelliğe, dergicilikten oyunculuğa birden fazla iş kolunda başarılı olmak savaşçı bir ruhun özelliği mi?
Çocukluk yıllarımdan beri çok yönlü ilgi alanlarım ve oldukça hareketli bir tempom vardı diyebilirim aslında. Annemin tiyatro sanatçısı olması sebebiyle okul çıkışlarım Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) kulislerinde, oyunlara ezbere eşlik ederek, oyun çıkışlarında ekibin sofralarında uyuyakalarak veya TRT’de “Susam Sokağı”, “Uzun Çoraplı Kız Pippi” dizilerinin seslendirmelerini yapmakla geçerdi. Bir yandan Devlet Opera Balesi’nde çocuk kadroda bale yaparken, bir yandan da Kayahan’la 2035 yılında, uzayda, SANMER adlı bir gezegende geçen çocuk programında “Kuzey” rolüne bürünürdüm. Zaten tüm bu temel dinamikler ilerideki hayatımda ve kariyer yolculuğumdaki multi-disipliner bakış açımın ve artık “multi-professional” diye adlandırdığım kariyerimin temelleri olmuş oldu. Tabii tüm bunların kökünün de -epey sorguladığım yıllarda- yapısal olduğunu, “öz”den geldiğini ve elbette aile, yetiştiriliş ve eğitimle harmanlandığını gördüm. Annemin zamanının ötesindeki müthiş özgün stili, tiyatro kostüm dünyası, o dönem var olan moda ve dekorasyon dergilerinin eve sürekli alınması, abimin fotoğraf ve müzik ilgisi, kütüphanemiz, benim ilk formasyonumu oluşturan etkenlerdi. ODTÜ yıllarımda da Tunalı Hilmi caddesindeki ikinci el satan pasajlardan çıkmaz, Dünya Aktüel kitabevine gelen -o zamanlar sadece L'Uomo Vogue ve Wallpaper geliyordu- dergileri bekler, çekimlere bakar, kredileri not alırdım, kim çekmiş nasıl olmuş diye... Birden fazla iş kolunda başarılı olmak da evet kesinlikle savaşçı, mücadeleci bir ruhun özelliği bence... Başarı kodlaması hep vardı bende bir şekilde, ama bir yandan da, biraz ironik belki; hiçbir zaman net plan yapabilen, hedefler koyan biri olmadım hayatta. Önceliğim keşfetmek, deneyimlemek ve hep kendimi geliştirmek oldu. Ben bunlarla uğraşırken, tamamen akışta olarak birçok kapıyı da açmış oldum. Üniversiteyi bitirip İstanbul’a geldiğimde, modellik yaptığım dönemde, dergiciliğe başlamadan önce, kulüp kapısında bouncer’lık, New York’ta çok popüler bir restoranda hosteslik de yaptım. Biraz para kazanınca hop hemen o dönemki ilgi alanıma yatırırdım; bu kimi zaman New York’ta okula gitmek kimi zaman vintage designer kıyafetler toplamak, kimi zaman da yapmak istediğim uluslararası moda ve sanat haftalarını kapsayacak televizyon programı için kameramana millerimle bilet almak olurdu. Uluslararası moda haftalarında popüler olmam, New York Times’ın “Modaya yön veren 50 kişi” listesine girmem mesela işte hep bu koşturmalar arasında organik olarak gelişti.
Dijitalleşme aynı zamanda insanları da dönüştürdü. Artık birçoğumuzun yedi satırdan uzun bir yazıyı okuyacak veimza atmak dışında eline kalem alacak vakti yok. Halbuki sen kariyerinin yanı sıra akademik olarak da başarılı bir öğrenciydin. Başarıyı besleyen kaynağın ne olduğunu düşünüyorsun?
Kesinlikle! Tüm bu hengamede ODTÜ Psikoloji’yi şeref öğrencisi olarak bitirmeyi de başardım, sonra da New York’ta “Fashion Institute of Technology”de sertifika programı yaptım. Aslında bu “başarmalıyım” kodlaması birçok alt metin nedeniyle birlikte çok küçük yaşlarda yapılıyor zaten. Bir de maddi manevi olarak kendi ayaklarımın üzerinde durmam gerektiği bilinci vardı bir şekilde bende. Ayrıca yine yapısal olarak çok özgür bir ruh olmam da tek bir şeyde, yerde, konuda, sistemde, herhangi bir boyunduruk altında kalma ihtimalimi imkânsızlaştırıyordu zaten. Yani her konuda amansızca derinleşme ve en iyi olma isteği; sürdürülebilirliği, kalıcı ve güncel olmamı sağlıyordu organik olarak.
Sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinde ikon olan, birden fazla zamanda üreten kadınlar cesur oldukları için ismini duyurabilmiş. Sen kendi cesaretini nasıl tanımlarsın?
Hayatta hiçbir zaman “comfort zone”da kalmayı tercih etmedim. Evrenin bir parçası olarak hepimiz genişlemeye programlıyız aslında. Yani en azından benim ruhum öyle... Ve hayatım boyunca da çalışıp paramı kazanıp yaşamama, para içinde yüzmememe rağmen, bir şekilde, ruhumla bağlantıda kalarak ve iç sesimle hareket ederek hep risk almaya cesaret gösterdim. Korkarak da olsa... Aslında tek bildiğim de buydu sanki. Benim sistemim böyle işliyordu. Tabii bunları şimdi geriye dönüp bakıp böyle rahat analizlerle söylüyorum. Bir de o zamanlar içimde kopan fırtınaları bana sorun. Böyle söyleyince kolay gelen şeyler zamanında ne büyük sorgulamalar, mücadeleler, hayal kırıklıkları ile doluymuş. Ama zaten cesaret tam da bu demek ya; korkudan titreyerek aşağı atlamak...
Zamansız olmak senin için ne ifade ediyor? Trend belirleyici olmak mı yoksa trendlerin üzerinde olmak mı?
Tabii ki de trendlerin üzerinde olmak. Trend belirleyici olmakiçin konunun üzerinde yani derininde olmanız lazım. Hele ki bu yaşadığımız dijital devrimde “trend belirleyici” olma kavramı diye bir şey kalmadı bile, kavramların içi öyle boşaldı ki... Copy-paste hayatlar, stiller, ezber düşünceler ve hislerle “mış gibi” yapmanın kralı yapılabiliyor artık. İşte zaten bu döneme de “post-truth” (hakikat ötesi) deniyor. Herhangi bir şeyin belirleyicisi, ikonu olmak için öncelikle “hakiki” olmanız lazım. Hakiki olmak, özgün olmak, evrensel olmak demektir zaten. Neyse ki iyi haber şu; post- truth çağı bitiyor, “altın çağ”a girdik, yani artık hakikat zamanı!
Dünya dijitalleşirken herkesin kendisini anlatmak için bir mecra bulduğu günümüzde artık yeni bir hikâye bizim için pek de bir şey ifade etmiyor. Yayıncılıkta özgün olan içeriği nasıl ararsın?
Artık her konuda derinliğin, derinleşmenin mumla aranacağı bir döneme giriyoruz bence. Her şey o kadar yüzeysel ve sanal ki... Dijital devrim de her devrim gibi bir paket olarak artısı eksisi ile geldi. Bir yandan bilgiye erişim, yayılım ve herkesin sesini duyurabilmesi ile demokratikleşmeyi getirerek, belirli hiyerarşi sistemlerini kaldırdı. Ancak madalyonun diğer yüzünde de rasyonalitenin tamamen kaybını; bilgi, fikir ve imaj kirliliğini getirerek her konuda standartların düşmesine ve “vasat”ın yüceltilmesine neden oldu. Yayıncılığın geleceği de bence bu kaostan sıyrılabilmekte olacak. Her bilgi, her imaj saniyesinde her yanımıza düşerken, spesifik perspektiflere yoğunlaşmak; derinlik, kürasyon, editing ve bütünsel yaklaşımlar öne çıkacak.
TEOMAN
Teoman’ın zamansızlığı, benim için insanlarla ortak bir dil kurması, derin ve kalıcı bir etki bırakabilmesini ifade ediyor. Belki hiçbiri amaçlanmış şeyler değil ama nihayetinde bugün hâlâ tek damla yağmur bize “İstanbul’da Sonbahar”ı dinletiyor. Burada olmaktan mutlu musun?
“Burada” çok anlama geliyor benim için; Dünya’da olmak, kariyerimin bu safhasında olmak, zamansızlığımın tescillendiği müzik dünyası içinde olmak gibi. Açıkçası uzun zaman önce mutluluk üzerine de düşünmemeye karar verdim. Mutluluk arayışı tarif etmiyor genelde yaptıklarımı. Ama hâlâ kendimeve hayata dair bir sürü şeye çabalıyorum. Biraz önce Wilhelm Schmid’in “Salınmak - Hayattan Sevinç Duyma Sanatı” adlı kitabını aldım kitapçıdan. Çabam sürecek anlamına geliyor bu. İnsanların beni sevmesi, şarkılarımı dinlemesi, konserlerimi tıka basa doldurması hoş bir şey ama ruhumu doyurmuyor bunlar. Kimselerle paylaşmadığım kendi dünyamda huzuru arıyorum.
Seninle çekim yapacağımızı ilk duyduğumda gece yarısı Aşiyan’da sokak lambaları altında bir fotoğraf karesi gelmişti gözümün önüne. Sanki Teoman’la yalnızca gece çalışabiliriz gibi. Her gün 6:30’da uyandığını ve set günü erken gelmek istediğini öğrendiğimde bu yüzden çok şaşırdım. İnsanların senin hakkında hâlâ böyle düşünmesi seni kızdırıyor mu?
Tabii ki kızdırmıyor. O imaj boşuna oluşmadı; geçmişteki hayat tarzım fazlasıyla gözler önündeydi ve insanlar beni televizyonda gördükleri magazin programlarıyla şekillendirdiler akıllarında. Şikayetçi değilim bundan. Hatta onların bildiği Teoman figürü ile ilgili dalga geçiyorum artık kameralar beni çektiğinde. Ben başka bir hayat yaşarken, o kafalardaki Teoman figürünün hayatını sürdürüyorum, popüler kültür ikonu/parodisi olarak. Eğlenceli geliyor bana o figürü yaşatmak ve onunla dalga geçmek.
Herkesin kendi hayatında nasıl yol izlemesi gerektiğiyle ilgili bir bunalım dönemi vardır. Senin diskografine baktığımızda bu bunalımın hiç bitmediği hissine kapılıyor insan. Bir noktada kendinle barıştın mı yoksa bu kavga hiç dinmedi mi? Bildiğin tüm hayatlar paramparça mı?
Ben hayatta hiçbir zaman huzuru bulamayacak ama bulmaya çalışacak insanlardan olacağım. Artık anlaşıldı bu. Dünyanın her yerinde dışarıda kalmış hissediyorum ben kendimi bildim bileli. Ünlü ve başarılı olmak da bunu halletmedi. Artık işim meditasyona, uzun yürüyüşlere, erken yatıp erken kalkmaya, alkolden uzaklaşma çabasına ve bunun gibi bir sürü şeye kaldı. Bildiğim tüm hayatlar gerçekten de paramparça benim. Arkadaşlarım, dostlarım da türlü sorunlar çekiyorlar. Hele benim yaş grubumdaki erkekler, hepimiz benzer anlam sorunları yaşıyoruz. Birbirimize destek oluyoruz bu süreçlerde. Yapabildiğimiz kadar.
Kitaplar hayatında önemli bir yer tutuyor. Romain Gary’nin “Kadının Işığı” kitabında yazdığı “Çok kadın hiç kadındır” cümlesi “Zampara’nın Ölümü’nde”, Louis Aragon’un “Mutlu Aşk Yoktur” şiiri “Mutlu aşk varsa da mutlu son yoktur” dediğin “Mutlu Son”da karşımıza çıkıyor. Edebiyat senin için iyi bir referans mı?
Ben ilkokuldan beri edebiyat, müzik ve sinema ile yoğurdum kendimi. Çok sevdim onları. Artık bunların hiçbirinden beslenmiyorum. Ama müziğe başladığımda kararlıydım, Türkiye’nin en edebi şarkılarını yapmaya çalıştım. Gönülçelen, Aşk ve Gurur, Gecenin Sonuna Yolculuk gibi albümlerimin isimleri de hep edebiyat katkılı isimlerdi. Şarkılarım didiklendiğinde; Shakespeare, Edip Cansever, kutsal kitaplar, hatta Immanuel Kant göndermeleri bile bulunur.
Müzik hayatında olmasaydı da olur muydu?
Olmazdı herhalde. Çünkü benim insan ilişkilerim biraz sorunlu olduğu için, tek başıma her kararı benim vereceğim bir iş bulmak zorundaydım. Şarkıcılık ve müzik bunu sağladı bana. Hep tek tabanca oldum ben. Müziğe müteşekkirim, bana bir kariyer imkânı sunduğu için. Şimdi ise kendimi, kendime ne sanatçı ne de müzisyen olarak tanımlıyorum. İnsanların Teoman’ı ile benim Teoman’ım çok farklı birbirinden.
Zaman geçmiş, şimdi ve gelecek olarak bölündüğünde belirsizlik korkusu ortaya çıkıyor. Geçmişin hayaletleri bile geleceğin getireceklerinden daha güvenli gelebiliyor. Sen zamanın neresinde olmaktan yanasın? Geçmiş senin için nostalji midir, bir şeyleri düzeltme fırsatı mı?
Geçmişle ilgilenmiyorum. Hatta otobiyografim Fasa Fiso’yu ve son albümüm Ben, Zargana, Deus ex Machina’yı geçmişimle vedalaşmak için yaptım. Bir de roman yazdım. İlk ve son romanım olacak: “Sayın Bay Rock Yıldızı”. Böylece tüm mazimle ve nostaljik duygularımla vedalaşmayı umuyorum. Şimdi ve gelecek var benim için bundan sonra. Gelecek beni korkuttuğundan, onu da çok düşünmemeye çalışacağım.
Bu zamansızlık rütbesinden memnun musun yoksa bunu yeni dünyanın kendi ikonlarına verdiği bir nişan olarak mı görüyorsun?
Açıkçası memnunum. Yaptığım şarkılar, genç nesillere de çok şey ifade ediyor. Çocuğum yaşındaki ufaklıklar beni ve şarkılarımı çok seviyorlar. Yaptıklarımın ve oluşturduğum kişinin takdir görmesi hoş bir duygu. Sadece o duyguyla yaşamıyorum tabii ki... Benim gibi kendini çok yalnız hisseden biri için bu dünyada bir şeyler yapmış olma duygusu ve insanlarla ilişki kurabildiğimi bilmek çok rahatlatıcı.
Senin zamansız bir ikonun var mı?
Benim zamansız ikonum Bob Dylan’dır. Çok şey öğrendim ondan. Hâlâ da takip ediyorum onu. Bob Dylanın kendini yaratabileceğini öğretti.
FOTOĞRAF / PHOTOGRAPHY: EMRE GÜVEN
MODA DİREKTÖRÜ / FASHION DIRECTOR: GÖKHAN OĞUZ ÜNAL
MODA ASİSTANI / FASHION ASSISTANT: TOPRAK EREN GÜLDURAN
FOTOĞRAF ASİSTANLARI / PHOTOGRAPHY ASSISTANTS: ÖMER ÇETİNER, ADA DİREN KURT
BURCU ESMERSOY SAÇ / BURCU ESMERSOY HAIR: BURHAN ÇILGIN
BURCU ESMERSOY MAKYAJ / BURCU ESMERSOY MAKEUP: HAZAL ÖCAL
ECE SÜKAN SAÇ, MAKYAJ / ECE SÜKAN HAIR, MAKEUP: ÖNDER TİRYAKİ
TEOMAN SAÇ, MAKYAJ / TEOMAN HAIR, MAKEUP: DOĞUKAN TUNCER
Comentarios