Hayaller üzerine kurulan ve bir yazarın zamanının normlarına karşı çıkarak yoktan var ettiği ütopyalar yüzyıllardır edebiyattan sinemaya yaratımın her alanına ilham kaynağı oluyor. Ütopya elbette sadece bir yer olmak zorunda değil. Bazenbir insan da karakteri, yaptığı işler ve duruşuyla ütopyayı temsil edebiliyor. Bu düşünceyle yola çıktığımız bu sayıda her zaman dönüşümün, yeniliğin ve gelişimin parçası olan üç cesur ismi; Didem Soydan, Gaye Su Akyol ve Berrak Tüzünataç’ı bir araya getirdik.
Didem Soydan
Güzellik algısı, tarih boyunca kültürel, toplumsal ve teknolojik gelişmelerle sürekli olarak değişime uğradı. Eski Yunan’da ideal güzellik, simetri ve orantılılıkla tanımlanırken artık sosyal medyanın etkisiyle güzellik standartları yeniden şekilleniyor. Sen kendi güzelliğini nasıl tanımlıyorsun?
Güzellik kavramı benim için kişinin ruhu ile sarmalanmış ve birbirinden asla ayıramadığım çok net bir yapı. Ben, “shape- shifter” olarak tanımlayabileceğiniz bir insan ve modelim. Dolayısıyla kendi güzelliğimi çok farklı tanımlara uyacak, ilginç bir güzellik olarak tanımlayabilirim. Modelliğim boyunca sayısız saç modeli ve renginde, sayısız kılıkta çekim ve defile yaptım; bu da benim kendime her baktığımda bambaşka bir yönümü görüp sevmemi sağladı.
Full Look: Miu Miu
Moda her devirde ütopyanın yapıtaşı. On dokuz yaşında çıktığın ilk defilenden kendi markanı yarattığın bugüne kadar hep modayla iç içe bir kariyer sürdürdün. Bu bir iş modeline dönüştükten sonra zorluklar yaşadın mı? Hep şık olmak zor değil mi?
İşim neredeyse çocukluğumun bir parçası. Fotoğraf okuyan dayım sayesinde, evimizde fotoğrafları tab ettiğimiz bir karanlık oda vardı ve ben dayımın tüm ışık ve çekim denemelerinde yanında büyüdüm. Dolayısıyla bu bir iş modeline bürünüp hayatımı şekillendirmeye başladığından bugüne geçen 21 yıl içinde, işime her gün minnetimi ve şükür duamı sunuyorum. Beni ben yapan birçok şey hayallerimin işini yapabilecek kadar şanslı olmam sayesinde oldu o sebeple asla şikâyet etmiyorum.
Bikini: Isabel Marant / Gözlük: Fendi
Sokak stilinin de davet stilinin de seni çok iyi yansıttığını düşünüyorum. Model olmanın getirdiği doğru seçimler yapma becerin olduğunu düşünüyor musun?
Model olmak, işimin ilk gününden bu yana sadece ve sadece bu mesleğin ehli insanlarla çalışmak bana muazzam bir okul oldu. Model olmak, ayrıca tekstil yapan bir ailenin ve mükemmel giyinen bir annenin kızı olmak... Bu üçü bana girdiğim her ortamın kıyafet kodunu bir koku gibi rahatça takip etmemi ve kolayca uygulamamı sağladı. Çekimler haricinde bugüne kadar katıldığım hiçbir event ve davette stylist ile çalışmadım hatta çoğu elbisemi çizdirip ben tasarlatmışımdır.
Bir bakım rutinin var mı?
Rutin denildiğinde oradan ilk kaçan insan sanırım ben olurum. Ama işimin getirdiği disiplin bende farkında olmadan rutinler oluşturdu. Modellik çok ciddi disiplin getiren bir meslek. Hatta benim kadar yoğun çalışan tüm modellerin neredeyse ortak rutini olan sağlıklı yaşam formu benim genel bakım rutinimi kapsıyor dersem en doğru cevabı vermiş olurum.
Sosyal medyada çok ilginç bir kitle oluştu. Bu kitle seninle aynı fikirde olmadığı her an paniğe kapılıp tüm tuşlara basıyor. Buna rağmen bazen büyük bir cesaret örneği sergiliyor, eğer söylemek istediğin bir şey varsa lafı eğip bükmüyorsun. Linç kültürüyle baş etmeyi öğrendin mi yoksa gerçekten umurunda değil mi?
Linç kültürüne 21 senedir maruz kalmış biri olarak son 10 senedir bildiğim tek şey, linç diye bir kavramın aslında var olmadığıdır. Bu alanda çok vakit harcamış biri olarak size tek bir tüyo verebilirim: Linç, siz orada vakit geçirdiğiniz ve etkilendiğiniz sürece vardır. Eğer telefonunuzu elinizden bir gün boyunca bırakabilecek güce sahipseniz, linç ertesi sabah orada olmaz; konu çok basit.
Elbise: The Attico / Ayakkabı: Academia / Kolye: Bee Goddess
Model olmanın dışında sunuculuk ve oyunculuk da deneyimledin. Yeni bir planın var mı?
Yedi sene önce Umut Eker ile ortak markamız olan Hole Academie’yi kurduk ve ilk defa bu ay kadın koleksiyonunu markaya dahil ettik. Tekstil benim hem ailemden hem mesleğimden sebep artık hayatımın her anlamda tam ortasında olan bir olgu. Planlarım arasında her yıl büyüyen markamıza daha fazla zaman ayırmak var.
Bundan on yıl önce neredeyse her modelin ismini biliyorduk. Son yıllarda, moda endüstrisinde çeşitlilik ve dahil edicilik konusunda önemli adımlar atıldı. Farklı etnik kökenlerden, beden tiplerinden ve yaş gruplarından modeller olsa da bugün çok azı ana akımın gözü önünde. Bu dönüşümü nasıl değerlendiriyorsun?
Benim modelliğe başladığım dönem, “moda endüstrisinin farklılık ve çeşitliliği” kabul ettiği dönem olarak tanımlanıyor. Kendi ülkemde çok uzun yıllar bunun ilk ve tek temsilcisioldum. Çünkü hem eski normların çok dışında kemikli biryüze, üç numara kısa saçlara ve eskiden asla kabul edilmeyecek dövmelere sahiptim. Bu dönüşümü bizzat başlatan ve bu alanda büyük mücadeleler vermiş biri olarak sonunda bunun artık diğer modeller ve bu mesleğe gönül verenler için daha kolay hale gelmesine inanılmaz seviniyorum.
Türkiye’deki kadınlar, hem toplumun ilerici yönlerinden faydalanıyor hem de bazı geleneksel değerlerle mücadele etmeye devam ediyorlar. Bu yüzyılın problemi olmaması gereken çoğu şeyi konuşmaya devam ediyoruz ne yazık ki... Sen bir kadın olarak bu konuda neler hissediyorsun?
Korkmak ve endişe etmek; bu iki kavramın kadınlar için hala listenin başında olması o kadar üzücü ki... Dünya teknoloji sayesinde birbirine yaklaşıp sınırlar kalktıkça, kadınların hala maruz kaldığı olayları gördükçe, kadınlar ve hakları adına gelinen nokta beni çok daha endişelendirmeye başladı ve bu endişe beni o kadar sık ziyaret ediyor ki...
Senin hayata dair ütopyan nedir?
Ütopyam “Kendine Ait Bir Oda” kitabını her satırı ile anlatacak bir eğitim sistemi. Çocukların ve hayvanların zarar görmediği bir dünyada bizlere verilen kısıtlı süreyi sağlıkla ve mutlu bir şekilde geçirdiğimiz bir evrende var olmak.
Gaye Su Akyol
Türkiye’de müziğin ütopya ile ilişkisi düşünüldüğünde akıllara hemen Gaye Su Akyol’un gelmesi kuşkusuz büyük bir başarı. Zamanın ruhunu yakalayan ve geçmişle gelecek arasında bir köprü olan müziğin alternatif gerçeklik, daha iyi bir dünya ve hayal gücünün sınırlarını zorlayan deneyimleri vadediyor. Dünyaya nasıl bir pencereden bakıyorsun? Daha doğrusu penceren hangi dünyaya açılıyor?
Varoluşun kara kutusunu bulsalardı, içinden muhtemelen şu cümle çıkardı: “Hakikat kurgudur.” Bizden önce bazı “beyaz, ataerkil adamlar” sırf böyle kurguladı diye, içinde yaşadığımız bu düzlemi mutlak gerçeklik gibi itirazsız kabul edip onu tekrar doğurmak, üretmek zorunda değiliz. İtirazım buna ve yapıtlarımın birçoğu da bu itirazdan doğan sesler, görüntüler, oyunlar, b planları. Bu fikirden hareketle diyebilirim ki hayat da, hakikat de ikna olduğun şeye dönüşüyor. Kendimi bildim bileli kolektif bir ön kabulle satın aldığımız bu aşırı sıkıcı “gösteri toplumunu” ve yarattığı hakikati yıkıp yerine yenisini yapmanın yollarını örüyorum, aslında işin özeti bu. Kendini tartışılmaz ve erişilmesi imkânsız muazzam bir olumluluk olarak pazarlayan “gösteri”nin aksine, Camus’nün dediği gibi “tüm bu anlamsızlığa ve acıya karşı isyan eden absürt bir kahraman”, hatta bir anti-kahraman olmayı yeğlerim.
Full Look: Miu Miu
Bir gün sırt üstü uzanırken ve çalma listem oradan oraya savrulurken “İstikrarlı Hayal Hakikattir” şarkına denk geldim. Benim için çok kişisel bir yolculuktu ama üzerine düşündükçe bunun çok iyi bir manifesto olduğuna inandım. Kendi hakikatin için istikrarlı bir hayal mi kurdun?
Simülasyona hoş geldiniz... Hayaller benim için endemik bitki, absürdün ortasında bir ışık huzmesi, anlamsızlıklarla dolu bir dünyaya anlam verebilme çabası. Şu ana kadar ömrüm, yaşamanın boğucu yükünü hafifletebilecek oyunlar icat etmekle, kendi evrenimi anlayıp sevmeyi öğrenmekle geçti. Bir zamanlar yalnızca rüyadan ibaret olan ve artık gerçeğe dönüşen bir hakikatin içinde yaşıyorum. Bunun için hemen her gün minicik bile olsa bir adım attım, mücadele verdim, bazı günler çok acı çektim, düştüm kalktım ve bir şeyleri yıkıp yeniden yapmak zorunda kaldım. Günün sonunda bir başkasının hayalinin değil, kendi hayalimin işçisi oldum. Annemi kaybettikten sonra bir gün bir şey fark ettim, bir anda oldu bu ve bir sürü şey yerine oturdu: “Hayalle hakikat arasında olağanüstü ince bir zar var.” İçinde yaşadığımız gerçekliko kadar absürt ki, gerçeklerle hayaller arasındaki tek belirgin fark “gerçek olarak tanımladığımız şeylerin istikrarlı oluşu”. İşte buna uyandığım an, “istikrarlı hayal hakikattir” cümlesi belirdi, devamı da kendini tamamladı.
“Develerle Yaşıyorum”, “Hologram İmparatorluğu”, “İstikrarlı Hayal Hakikattir” ve “Anadolu Ejderi” albümlerinin her biri hem çok kalabalık hem de çok yalnız hissettiriyor bana. Çünkü cesaret, korkusuzluk ve lafını esirgemeden söylemek bazen her ikisini de getiriyor. Sen yalnızken mi daha güçlüsündür, sesini duyup anlayanlarla beraber mi?
Kendi mikro dünyamda tek başınalığımla mutluyum, hatta biraz sosyalleşsem hemen koşarak tek ama yalnız olmadığım “o yere” kaçmak istiyorum. İç sesimle iyi anlaşmayı seneler içinde çözdük, birlikte “dude” gibi takılıyoruz; sahici, komik, alaycı, sakin, şefkatli bir ilişkimiz var. Maceradan maceraya koşarken bu iç ses, dış sese dönüşüyor, sen oluyor. Bazen birlikte karanlıklara da gömülüyoruz, sonra bir yolunu bulup oradan çıkmayı başarıyoruz. Ama şu bir gerçek; bir şeyleri kökünden değiştirebilmek için kolektif olmaya, örgütlü hareket etmeye, müşterek fikir ve eylemlerde kalabalıklarla buluşmaya ihtiyacımız var. Ergenliğim boyunca odamda asılı duran Nazım Hikmet sözünü buraya iliştireyim: “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine”.
Dinleyicinle nasıl bir ilişki kuruyorsun?
Birbirimizi iyileştiren, eğlenceli, hakiki, sevgi dolu, yatay bir ilişkimiz var ve buna her gün şükrediyorum. Yıllar boyu hayatı benim için farkında olmadan muazzam bir yere çeviren o harika müzisyenlerin, şairlerin, ressamların, filozofların ruhlarıyla birleşip gizli bir cemiyet gibi büyüdüğümüzü hissediyorum; hayatın tadına varanlar cemiyeti! Birbirine iyi gelmek, ilham olmak, birlikte büyümek, oyunlar icat etmek ve aynı döneme denk gelip gerçek bir şeyler paylaşmak öyle kıymetli ki.
Bikini: Normaillot / Kimono: Jaquette by Elvan Tığlıoğlu / Gözlük: Loewe
Sen müziğini aynı zamanda müthiş bir sunum haline getiriyorsun. Lezzetli bir öğün yaratıyorsun. Hem albümlerinin fotoğraf çekimleri hem şarkıların video klipleri, üzerine düşünülmüş büyük bir projenin parçaları gibi. Üretimin her aşamasında olmak seni motive eden bir şey mi?
Müziği sadece bir sesler dizisi olarak görmüyorum. Sembollerve temsiller bütünü olarak video kliplerimden fotoğraflarıma, makyajdan kostümlere kadar hepsi yarattığım dünyanın parçası. Şarkılarımı yazarken, beynim diğer detayları da tasarlamaya başlıyor otomatik olarak. Felsefesi olan, kendi evrenini kuran katmanlı bir şey çıkıyor ortaya ve bu süreç çok içgüdüselgelişiyor. Sinestezik bir beynim var, tüm duyular birbirinin sözünü tamamlıyor. Sahne kostümlerimi, makyajımı çoğunlukla kendim tasarlayıp uyguluyorum. Bazen kumaşları bizzat seçip tasarlıyorum ve diktiriyorum, çoğunlukla konserlerden fırsat bulduğumda dünyanın dört bir yanından ve Anadolu’nun her köşesinden topladığım parçalarla stilize ediyorum. Özel durumlarda, mesela belli bir fikrin olduğu dergi ve foto çekimlerinde, bazen de video kliplerde sevdiğim sanatçılarla, yönetmen, stilist, tasarımcı, makyöz ve tasarımcı arkadaşlarımla çalışıyorum, kendimi onlara emanet edip ortaya beklenmedik şeyler çıkmasına da bayılıyorum.
Senin hayata dair ütopyan nedir?
Toplumsal cinsiyet, ırk ya da sınıf gibi yapay ayrımların olmadığı, insanların kendi yaşamlarının süper kahramanı oldukları, herkesin özgür iradesiyle varlığını şekillendirebildiği ve kendi potansiyelini tam anlamıyla gerçekleştirebildiği, kolektif bir özgürlük için birleştiği bir dünya. Yanında daha fazla müzik, aşk, tutku ve rock ’n’ roll.
Elbise: Ronny Kobo / Ayakkabı: Isabel Marant
Bizim coğrafyamızda bir kadının başarısı yüz erkeğin başarısına denk. Sen kendi yolunu çizerken önünde engeller oldu mu?
Bu coğrafyada ve dünyanın neredeyse her köşesinde kadın olmak, ses çıkarmak başlı başına bir mücadele. Dümdüz, hiçbir şey yapmadan kadın olmak dahi politik. Çünkü kadın bedeni, politikanın iktidar alanlarının başında geliyor. Bin yıllardan beri süregelen erkek ayrıcalığı, kadınları küçümseme, kadınları haklarından mahrum bırakma, şiddet ve nesneleştirme o kadar içselleştirilmiş ki, toplumda bir kadının en ufak başarısı bile, çok büyük mücadelelerle kazanılıyor. Eskiden, yaşadığım zorlukları kadın olmama yormuyordum, bir tür savunma mekanizması sanırım. Sonra yaşadıkça anlıyorsun, benzer başarıları kazanmış bir erkeğin başına bunlar asla gelmiyor; kazanımlarının arkasında başka bir güç aranmıyor, önüne taş konmuyor, yaptıkları hafife alınmıyor, toplumda ya da sosyal medyada bedeni ya da yaptıkları üzerinden itibar suikastı gerçekleşmiyor; bütün kredi kendilerinin. Fakat bunları ciddiye almamayı öğrendim ve bu yolda karşılaştığım engeller beni daha da güçlendirdi. Her engel, bana kendi sesimi daha yüksek çıkarmam için bir neden oldu. Umarım bunu okuyan tüm kadın dostlarıma da ilham olur; varlığımızla ve değiştirdiklerimizle devrim yapmaya devam!
Elbise: The Attico
Berrak Tüzünataç
Oyunculuğa oldukça havalı bir giriş yapmanın ardından “Kıskanmak”, “Elveda Rumeli”, “Muhteşem Yüzyıl”, “Fi” gibi yayınlandıkları dönemin en çok konuşulan işlerinde yer aldın. Her birinde bambaşka bir karakter yarattın ve aradan geçen zamana rağmen hepsi hâlâ hafızalarda. Muhabirlikle başladığın kariyerinde direksiyon oyunculuğa nasıl kırıldı?
E-habercilik döneminde CNN’de staj yaparken Yılmaz Erdoğan’la tanıştım. O da beni BKM’nin oyunculuk workshop’ına çağırdı ve o workshop’a katılan herkes “Organize İşler” filminde oynadı. Benim de oyunculuk serüvenim böyle başladı. Oyunculuk her zaman benim için çok kıymetli ama başka alanlarda da üretim yapmaktan keyif aldığım; bu mesleğin, endüstrinin, sektörün başka alanlarında da üretim yapmayı keşfettiğim, denediğim ve bundan keyif aldığım bir dönemdeyim. Bu demek değil ki oyunculuğa mesafeliyim. Tam tersi her zaman giderek artan bir sevgim var. Sadece belki biraz daha seçiciyim diyebilirim karakterlerle ilgili.
Jerzy Kosiński “'Boyalı Kuş” adlı kitabında, “Ne kadar ünlü olursa olsun, kendi kendine yaşardı insan.” diyor. Sen kendini bu konuda daha şanslı hissediyor musun?
Öncelikle “Boyalı Kuş” çok sevdiğim ve beni etkileyen bir kitaptır. Bence insanın kendi kendine yaşaması veya yalnız olma halinin günün sonunda şöhretle tam bir ilgisi de yok. Aslında bunun herkesi kapsayan bir gözlem olduğunu düşünüyorum. Kendimibu konuyla ilgili şanslı buluyorum. Çünkü ben anlaşıldığım ve anladığım, yargılamadığım ve yargılanmadığım bir aile kurabildim kendime dostlarımdan. Dolayısıyla her ne kadar hepimiz yalnızlık hissini yaşasak da aslında kendimi kalabalık hissedebildiğim bir dönemdeyim ve bu hoşuma gidiyor. Ama arada yalnız kalmayıda seven biriyim. Böyle bir şarj oluyorum gibi. Ama onun dışında hayatta kendimle ilgili en gurur duyduğum şeylerden biri şu; çok sağlam dostluklarım var. Bu insana tabii ki güç veriyor. Çünkü hayat tek başına yürünemeyecek kadar karmaşık ve zorlayıcı da olabiliyor. Veya insan keyifli bir şeyin ya da kutlamanın hakkını tek başına veremiyor. O yüzden kendimi açıkçası şanslı buluyorum.
Kendini en rahat hissettiğin yer neresi?
Her zaman kendimi su kenarında, deniz kenarında en rahat hissediyorum. Ayağımın kuma değdiği ve doğayla, havayla, zeminle birebir temas kurduğum yerlerde mutluyum.
Dijitalleşme çağında, herkesin bir başkası hakkında fikir sahibi olması ve bunu dillendirmekte sakınca görmemesi yeni bir iletişim krizi yarattı. Toplumun sosyal medya üzerinden herkesi dizayn etmek istemesi hakkında ne düşünüyorsun?
Bence bu noktada temel sorun bazı insanların kendi hayatlarından çok sosyal medyada gördükleri hayatlarla ilgilenmeleri... Çünkü biz ne kadar başkalarıyla ve başkalarının kendimizce onaylamadığımız veya onayladığımız halleriyle veya dertleriyle ilgileniyorsak o kadar kendimizden ve kendimizde görmemiz gereken şeylerden kaçıyoruz. Kendi sorunlarıyla yüzleşmek yerine o algıyı dışarıya yönlendirip, kendinden kaçmak için dışarıda seçtiği figürleri kullanıyor insanlar. Bunun da kişinin ne kendisine ne de eleştirdiği kişiye bir faydası var. Tanımadığı bir insanın hayatı, görüntüsü ile alakalı eleştiri yapan kişi için zaman kaybı... Kendisiyle ilgili yapabileceği yolculuğu, gözlemi başka birine yönlendirip enerjisini boşa akıtıyor. Ben hem yaş hem tecrübe olarak belli şeylerden etkilenmemeyi ve öyle bir yorumu nereye koyacağımı bilen biriyim. Aksi takdirde hayat çok yıpratıcı olurdu. Ama daha lise ya da ortaokul çağındaki çocuklar için bu durumu özellikle tehlikeli buluyorum. Çünkü gerçekten çok acılı bir şey yaşadığınızda, bir de üstüne yüzlerce, yüzbinlerce kişinin sizi yargıladığını görmenin çok yıpratıcı bir yanı var ve herkes bunu kaldıracak kadar güçlü olmayabilir.
Bikini: Normaillot
Toplumun herkesi asgari bir müşterekte birleştirme hevesinin yanı sıra ülkemizde ve dünyada oldukça önemli gelişmeler de yaşanıyor. #MeToo hareketinin yanı sıra cesur yüzleşmelerde bulunan kadınlar pek çok skandalı ortaya çıkarıp kutsal sayılan isimlerin dokunulmaz zannedilen duvarlarını yıktı. Kadın hareketi hakkında ne düşünüyorsun?
Kadın hareketi aslında hayata ve insanlara genel olarak objektif ve sağduyuyla bakabilen herkesin gözbebeği. Bu hareketin değerini görmek için feminizme yakın olmanıza hatta kadın olmanıza bile gerek yok. Kadın hareketi aslında insanlara vicdanı, empatiyi, kendi içlerindeki adaletsizliği ve eşitsizliği gösterip daha eşitlikçi ve adil bir bakış açısını empoze etti. Böyle bir toplumsal hassasiyet oluşturdu. Nesillerdir süregelen döngüleri kırmayı, kurbanı suçlamak gibi sorunlu algıları sorgulatmayı başardı. Basının kullandığı dilden herhangi bir toplantıdaki üsluba kadar pek çok şeyi etkiledi. Ve hayatımızı olumlu yöne doğru etkilemeye devam ediyor çünkü bundan sonra geri dönüş yok. Kısacası kadın hareketinin son dönemde insan türünün gelişimine katkı sağlayan en önemli şey olduğunu düşünüyorum.
Senin zamansız bir cool’luğun var; bu tavır meselesi olduğu kadar tarz meselesi de. Kendi stilin hakkında neler söylersin?
Teşekkür ederim. Biraz içgüdüsel giden, kendimi iyi hissetmemle bağlantılı bir stilim var. Mevzunun çoğunlukla tavır olduğuna inananlardanım ben de. Ne giyilirse giyilsin, tavrın esas tarzı, stili tanımladığına inanıyorum. Çabasız, kendi akışında bir stilim var diyebiliriz.
Stand up yapma fikri nasıl başladı ve nasıl devam ediyor?
Aslında benim için bir çocukluk hayaliydi. Ortaokuldaydım sanırım, Cem Yılmaz’ı izlediğimde aklımı yitirmiştim, gülmekten ağlamıştım. Zaten ben kendimce bir arkadaş grubu komiğiyimdir. Kafam böyle çalışır. Gülme ve güldürme fırsatını kaçırmam. Benim stand up maceram aslında Komedi Kulüp’ün açılması ve Bengi ve Sarp Apak’ın işin içinde olmasıyla başladı. Özellikle Sarp’ın beni çok eskiden beri tanıyor olması, var olan imajım dışında gerçekte kim olduğumu bilmesi ve beni cesaretlendirmesi çok etkili oldu. Böylece atıldım bu maceraya ve devam edeceğim. Şu an inanılmaz amatör olduğum bir alanda çalışmak beni çok heyecanlandırıyor. Hem tedirgin edici hem keyifli bir yolculuk.
Elbise: Tom Ford / Ayakkabı: Victoria Beckham
Dünyayı yeniden yaratma şansı verilseydi ütopyan ne olurdu?
Her şeyin ailede başladığını düşünen ve psikoloji bilimine büyük önem veren biriyim. Dolayısıyla ütopyam çocuk sahibi olacak kişilerin öncesinde eğitimden geçtiği bir dünya olurdu. Her çocuğun sevgi dolu, destekleyici, ne yaptığını bilen ebeveynlerle büyüdüğü nesiller ortaya çıktığında bu ütopyanın gerçekten şekillenebileceğini düşünüyorum.
Fotoğraf: Çağan Okuyan
Fotoğraf Prodüksiyonu: Emre Yavuz
Fotoğraf Asistanı: Semih Sunmaz
Styling: Gözde Ekici
Styling Asistanı: Vuslat Ergezen
Saç: Doğukan Punar
Makyaj: Burcu Taş
Comments