top of page

CESARETE DAİR;Murathan Özbek

Yazarın fotoğrafı: MagnetQuarterlyMagnetQuarterly


Bu yazıya başlamadan önce şunu düşündüm: “Ben cesur muyum?” Buna kesin bir evetle cevap veremediğim gibi hayır da diyemedim. Tamamen cesur birini hayal etmek de benim için mümkün olmadı. Bütün kapıları açan, tıkanmayan, bütün zincirleri söken, her şeye meydan okuyabilen birine hiç rastlamadım. Bunların hepsini yapabilen birini bir “üstinsan” olarak tanımlar mıydım, asla. Bazen de korkmalı, çekinmeli ve durmalı insan. Cesareti boşa harcamamalı. Cesaret, zamanını ve ölçüsünü bulduğunda bir erdeme dönüşebilir çünkü. Cahil cesaretinin dünyaya ettiklerini anlamak zaman almaz. Hem tarihe hem bugüne bakabilirsiniz. Ama ben sonsuz saygı duyacağım cesaret anlayışından ve cesurlardan bahsedeceğim. Bu kısa yazıda hepsini anlatabilme şansım yok ama beni anlayacağınızı umuyorum. Bu yönden gidince eksiklerimi tamamlarsınız.



Cesaretin tanımı zamana ve şartlara göre hızlıca değişiyor. Yıllar önce savaş meydanında ölümü göze alarak kendini ortaya koyan şövalyeler vardı. Açık denizlerde büyük dalgalarla boğuşarak dünyanın keşfine yelken açanlar. Büyük isyanlar, büyük isyancılar... Tarih kitaplarında, romanlarda ya da filmlerde işte, cesaretine hayran kaldığımız ne çok cesur kahraman oldu. Peki, “Dünyayı sen mi değiştireceksin?” sorusuna karşılık deli görünme pahasına "Neden olmasın?" diyenler, bugün ormanların, okulların önünde yıkıma karşı nöbet tutanlar, hayatlarını riske ederek kimliğini tam da olduğu gibi ortaya koyanlar, düşünce özgürlüğü için direnenler, “aşağı bak” diye bağırıldığında aşağı bakmayanlar, hayvanları anlayanlar, tarihin diğer cesurlarından ya da o kahramanlardan daha az mı cesurlar?


Bize her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyan “insan”ı, ona yabancılaşmak varken daha fazla duymak cesaret değil midir? Herkesin ne olursa olsun kazanmaya odaklandığı bir yerde ilkeli olmayı esas kazanç olarak bellemek?


Çoğunluğun doğruları varken kendi doğrularına giden yolları aramak, bazen en güvenli alanlardan vazgeçmek, bazen de sıkıca tutabilmek, bağlanabilmek ve hatta bir şeylere adayabilmek hayatını?


Nazım’ın dediği gibi:

“Meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

Yahut kocaman gözlüklerin,

Beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

İnsanlar için” ölebilmek?

“Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

Hem de en güzel en gerçek şeyin

Yaşamak olduğunu bildiğin halde.”


Her şey söylenmiş, her şey keşfedilmiş gibiyken özgün olmak için ısrar etmek, kendine sadakatini unutmadan yaşamak?


Cesaret tehlikeleri göze almanın ötesinde, eylemlerimizde ve etkileşimlerimizde sevgiyi, hoşgörüyü ve özgünlüğü benimsemek anlamına da gelmeli. Ahlaki güçten yoksun bir cesaret, belki de tehlikelerin en büyüğü.


Savaşların dünyayı durduramadığı yerde, biz durup savaşı kendi hayatımızdan temizleyerek başlayabilir miyiz mesela? Bu kadar cesur muyuz?

Комментарии


bottom of page