top of page
Yazarın fotoğrafıMagnet Quarterly

Şehirde Yaz Modası: Deniz Marşan & Dila Tarkan Doğruer

Yaz ruhuyla birebir örtüşen Direct Message markasının kurucusu Deniz Marşan’ın renkli tasarımlarına moda dünyasının ünlü ismi Dila Tarkan Doğruer hayat verdi. İkili, İstanbul sokaklarına yazın dinamizmini ve canlılığını getirirken modaya ve kariyerlerine dair sorularımızı yanıtladı.


Deniz Marşan


Kurucusu olduğun Direct Message, renkli ve sofistike tarzının yanı sıra alışılmadık parçalarıyla da dikkat çekiyor. Tasarım yolculuğun nasıl başladı?


Aslında ben tasarım okudum ama herkes beni stil danışmanı olarak bilir, moda dünyasına giriş hikâyem styling’le başladığı için bu da normal. Yaklaşık yedi sene önce kendime göre güzel kalıplı bikini mayo bulamıyordum. Bir arkadaşım da “Mayo yapsana, bak pek de yok, ne iyi olur” dedi. İlk başlarda tamamen kendim için deneysel koleksiyonlar yaptım diyebilirim. İlk iki sene böyle geçti, sonraki iki sene pandemi sırasında hayat durdu, üretim durdu derken son üç senedir daha profesyonel olarak tasarım yolculuğuma devam ediyorum.


Markanın hikâyesinde, “Hayat sıradan moda için çok kısa!” diyor. Sürdürülebilirlik, sadelik ve kaliteyi Direct Message’ın en önemli değerleri olarak sıralıyorsun. Tasarım felsefenden bahseder misin?


Benim tasarım felsefemi anlatıyor, evet: bedenini olduğu gibi kabul et ve kalıpların dışına çıkmaktan korkma, renkleri sev, karıştırmayı sev, moda bir amaç olmasın, modayı kullan, o seni kullanmasın. Felsefem kısa anlamlarıyla bunlar diyebilirim.


Direct Message renkli swimwear parçalarıyla öne çıkıyor. Yaz koleksiyonu tasarlarken en çok nelere önem veriyorsun?


En çok kalıp ve desenlere önem veriyorum; o dönem tasarım en çok nereye gittiyse, sokaklarda neler gördüysem, o desenler, o hikâyeler beni çok etkiliyor. Dünyanın en iyi ve tatlı desen tasarımcısıyla çalışıyorum. Sağ olsun Tuğçe de beni bu konuda aşırı iyi anlıyor ve içimdekini yansıtmamı sağlıyor. Herkes kalıplarımın küçüklüğünü konuşuyor ama ben bunu seviyorum. Kalıpların dışına çıkmak bence tam da bu demek.


Moda dünyasında eski trendlerin yeniden doğuşuyla çok sık karşılaşır olduk. Bir tasarımcı olarak zamana ve modanın geleceğine bakışını merak ediyoruz.


2000’den sonra yeni bir trend çok fazla görmedik bence hep geçmiş trendlerin yeni sürümleri hayatımıza giriyor. Hızlı tüketim ve kolay ulaşım modanın yönünü değiştirdi ve iki tip insan oluştu. Birincisi yazın terlememek, kışın üşümemek için giyinenler yani modayı hiç umursamayan, kıyafete hiç önem vermeyenler. İkincisi trend neyse onun peşinden gidenler, hızlı tüketip hemen sıkılanlar. Bence önemli olan ürünün kalitesi, ne kadar uzun süre seninle beraber kalacağı, yaşayacağı yani niteliğe bakıp öyle bilinçli satın alma yapılması gerektiğini düşünüyorum.


Sence günümüzde insanların bir markayı sevip takip etmesinin sırrı ne? Markanın cazibesini korumak ve bir tasarımcı olarak güncel kalmak için nelere dikkat ediyorsun?


Öncelikle ürün kalitesi çok önemli, kumaşı ve dayanıklılığı... Ben mayolarımda kumaş astar kullanıyorum. Bu genelde yapılmayan bir şey çünkü astar yerine kumaş kullanmak çok masraflı fakat bu sayede bir mayoyu altı senedir giyen müşterilerim var. Her sene hiç fiyatına takılmadan almaya devam ediyorlar çünkü uzun süre giyeceklerini biliyorlar. Cazibe ise biraz makyajla oluyor yani güzel çekimler, güzel insanların üzerinde görünmesi gibi bir markayı en cazibeli yapan şey cazibeli kişilerin giymesi oldu sanırım günümüzde.





Yaratım sürecinde en çok nelerden ilham alıyorsun?


Gezdiğim ve gördüğüm yerlerden, oralardaki sokaklardaki insanlardan. Mesela geçen seneki desenler Zanzibar seyahatimden sonra çıktı.


Bugüne dek pek çok ünlü yıldızı giydirdin. Bunlar arasında favorin kimdi? İleride en çok kimi giydirmek isterdin?


Böyle bir ayrım yapmak istemem. Çalıştığım herkes ve Direct Message’ı severek giyen herkes benim için çok kıymetli ama sanırım daha deneme koleksiyonumdan beri en sadık Direct Message takipçim ve favorim Beren Saat’in desteği inanılmaz. Ben de pek çok tasarımcı gibi Kylie Jenner’ı giydirmek isterim çok iyi bir bikini mayo vücudu var maşallah.


Dila Tarkan Doğruer’le ilk Mavi x Direct MESSAGE koleksiyonunu çekmiştiniz, senin için ilham olmaya devam ediyor sanırım.


Aynen öyle. Dila’nın enerjisi inanılmaz ve tam bir Direct Message kızı; cesur, dinamik, enerjik, renk seven. Onun uğuruna inanıyorum.






Dila Tarkan Doğruer


Moda çalışmaların ve yaptığın marka iş birliklerinin yanısıra Dilasima Group’ta da aktif olarak çalışıyorsun. Bu yoğun tempoda dengeni korumak için neler yapıyorsun? Sana huzur veren en önemli şeyler neler?


Mümkün oldukça boş vakitlerimi kendime ve oğluma ayırmaya çalışıyorum. Luca’yla vakit geçirmek zaten benim için en keyif verici şey oluyor. Onun dışında da sevdiğim hobilerime zaman ayırmak bu kaosun içinde normal kalmamı sağlayan şeyler. Bir de tabii ki seyahat etmek her zaman ruhuma çok iyi geliyor; kendimi yenilenmiş ve tekrar üretmeye açık hissediyorum.


Anne olduktan sonra kendinde nasıl bir değişim ve dönüşüm hissediyorsun?


Anne olduktan sonra hayatın ciddi anlamda boyut atlıyor. Bence bu her anne için farklı ama benim hayatımdaki en büyük değişim, daha düzenli ve programlı bir hayata geçiş ve sorumluluklarımın iyice artması oldu. Her anımda düşünmemi gerektiren bir birey daha var.



Pek çok insanın seni takip ettiği, pek çok insanı etkileyen bir konumdasın. Sosyal medyanın insanlar üzerinde mükemmellik baskısı kurduğunu düşünüyor musun? Bu baskıyı senin de hissettiğin oluyor mu?


Kesinlikle düşünüyorum ve bu konuya çok üzülüyorum. Ben bu sektöre girdiğimde, bu mecra bu kadar mükemmeliyetçi değildi, herkes doğalını paylaşıyordu ama gitgide eleştirilerin de etkisiyle herkesin kendini kusursuz göstermeye çalıştığı bir yer haline geldi. Bence insanların şunu anlaması gerekiyor; gördükleri çoğu imaj Photoshop’lanmış, manipüle edilmiş imajlar. Bir kere kimse mükemmel değil; olamaz. Hepimiz insanız ve aslında hepimiz aynı şeyleri yaşıyoruz. Dönüp olaylara böyle baksak bu mükemmellik baskısı azalacak ama herkes sosyal medyada gerçeğini değil hayalindeki hayatı paylaşmayı tercih ediyor. Bu da özellikle gençlerde büyük bir baskı ve kendini sorgulama yaratıyor. Ben kendi özelimde negatif şeyler paylaşmayı tercih etmiyorum, çünkü -eğer birine bir yardımı dokunmayacaksa- negatifi büyütmeyi seven biri değilim. Mümkün olduğunca her şeyi olduğu gibi göstermeye çalışıyorum. Bazen saçlarım dağınık diye laf ediyorlar, makyajım yok diye, o diye bu diye ama kusura bakmasınlar, ben kendi hayatımda her dakika saçım yapılı ya da makyajlı ya da müthiş giyinmiş şekilde dolanmıyorum. Gerçeğimde neysem onu yansıtıyorum, bu tarz baskıların kalkması için bence herkes böyle yapmalı.


Modayla iç içe yaşıyorsun. Kişisel tarzını anlatmanı istesek? Hangi tarzlar seni daha çok kendine çekiyor?


Ben genel olarak tarzımı “casual chic” olarak tanımlarım. Daha dinamik, renkli ve farklı olmayı tercih ediyorum. Biraz değişken bir yapıya sahibim o yüzden aslında genelde anlık ruh halime göre giyiniyorum. Daha iyi hissediyorsam belki başka renge yatkın hissediyorum kendimi ama renkler arasındaki uyumu yakalamayı da seviyorum. Mesela kırmızı bir çanta takıyorsam kırmızıyı ayakkabının içindeki ufak bir detayda yakalamak hoşuma gidiyor. Kombinlerimde bir yerlerden renkleri birbirine bağlamayı seviyorum.




Sence günümüzde insanların bir markayı sevip takip etmesinin sırrı ne? Sen profesyonel hayatında güncel kalmak için nelere dikkat ediyorsun?


Bence kendine hitap etmesi ve onu başkalarından ayıran kendine has bir çizgisi olması. İster tarzı, ister mottosu, ister hayat tarzıyla... Ben gördüğüm her şeyden ilham alan biriyim; gözüme hitap eden, beni heyecanlandıran her şeye yöneliyorum, spesifik bir marka takıntım pek yoktur, o an bana ne hitap ediyorsa ona yönelirim.


Seyahat etmeyi sevdiğini biliyoruz. Unutamadığın ve tekrar tekrar dönmek istediğin destinasyonlar var mı?


Tabii ki var. Kamboçya’ya tekrar gitmeyi çok isterim. Çok büyülenmiştim orada. Onun dışında yazlık tatilleri çok severim, seneler önce Tahiti’ye gitmiştik, oraya tekrar ailemle gitmek isterim.




Bu sayımızın teması ütopya... Senin hayata dair bir ütopyan, “Keşke şöyle olsaydı” dediğin bir hayalin var mı?


Keşke herkes birbirini yargılamadan anlayış ve şefkatle sevebilseydi. Kötülüklerin olmadığı, dünyayı sevginin sardığı; hayvan, insan ve bitkilerin huzur, mutluluk ve barış içinde yaşadıkları bir dünya olmasını isterdim.


FOTOĞRAF: MEMET EROL

FOTOĞRAF ASİSTANLARI: CEREN TAŞKIN, BERKE KAYA

STYLING: ROOM

SAÇ: REMZİ ATEŞ

SAÇ ASİSTANI : ENES UÇAR

MAKYAJ: CAN DEMİRKURT


Comments


bottom of page