top of page

ECE DAĞISTAN SAY & FAZIL SAY


Ece Dağıstan Say ve Fazıl Say... Pek de sık rastlanmayan, kendine özgü ve çok romantik bir aşk hikâyesi onlarınki... Bir gece vakti, “haydi evlenelim o zaman” dedikten on gün sonra evlenen çift, bu spontane evlilik kararını hikâyelerinin unutulmaz bir anısı olsun diye aldıklarını söylüyor. Gerçekten de unutulmaz bir hikâyeleri var. İlişkilerinin başlaması tam 20 yıl sürmüş; o zamana kadar hep dost ve sırdaş olan ikilinin mutlu ilişkisinin sırrı belki de burada saklı... Müzik aşkının bir araya getirdiği çiftin birbirlerine duydukları derin sevgi, saygı ve bağlılığın öyküsünü kendi ağızlarından dinledik.





En klasik soruyla başlayalım... Tanışma hikâyenizi anlatır mısınız?


Ece: Yıl 96… Ben o sırada Viyana’da okuyordum, İzmir’e tatile gelmiştim. Konservatuvardan arkadaşlarım, Fazıl Say diye bir piyanistin gündüz okulda ders vereceğini, akşam da konseri olduğunu söylediler. Bütün piyano bölümü, gündüz dinlediklerimizden mest olmuş̧ vaziyette konsere gittik. Onu dinlemek tarifsizdi. Ardından bir cesaret kulise gidip, kendisini tebrik ettim ve hayatımda en etkilendiğim konser olduğunu söyledim. Aradan birkaç yıl geçti; bir arkadaşım arayıp, Fazıl’ın Viyana’ya kayda geleceğini, bir sayfa çeviriciye ihtiyacı olduğunu ve benim telefon numaramı vereceğini söyledi. İnanmakta zorlansam da Fazıl, on dakika sonra beni aradı. Ertesi sabah saat 8’de görevimin başındaydım. Hayatımın o güne kadarki en güzel günüydü. Ardından ne zaman Viyana ve Viyana yakınlarında bir yere konsere gelse, biz de trene atlar, gider dinlerdik. Hatta bir seferinde aynı trenle Viyana’ya dönmüştük. Gel de inan! İşte benim onun konser programlarını, afişlerini biriktirme heyecanım o günlerde başladı ve de değerini hiç kaybetmedi. Ama ilişkimizin başlaması 20 yılımızı aldı diyebiliriz.


Fazıl: 1996 yılında, konservatuvarda workshop yapmak ve akşamında da konser vermek için gittiğim İzmir’de, muhteşem bir güzellik ve cazibeye sahip genç bir piyanist olan Ece ile ilk kez tanıştım. O yıllarda New York’ta yaşıyordum. Sonraki yıllarda ise; onun öğrenciliğinin devam ettiği Viyana’ya konser veya kayıtlar için gittiğimde hep görüşürdük. 2008’de artık ikimiz de İstanbul’da yaşıyorduk. Çok sık görüşüyorduk. Bu, dostluk ve flört arası bir heyecandı. Ece, ilişki uğruna dostluğumuzu riske atmak istemiyordu. Ta ki 2016 yılına kadar... Tanıştıktan tam 20 yıl sonra artık beraberdik, sevgiliydik. Sırdaşlığımıza ve dostluğumuza; sevgililiğimiz, daha sonra da evliliğimiz eklendi.


Ece: Elbise: Valentino Yüzük, Küpe: Tiffany&Co Fazıl: Ceket: Shanghai Tang


Çok spontane ve romantik bir evlilik kararı olmuş sizinki... Bu süreçten bahseder misiniz?


Ece: Bizim her aksiyonumuz biraz hızlı sanırım. Bir gece konuşma arasında böyle bir noktaya vardıktan on gün sonra evlendik. Doğru zaman denen şey, tamamen kişinin iç dünyasıyla alakalı... Bizim hikâyemiz böyle güzel bir hatırayı hak ediyordu ve evlendik.


Fazıl: Biz evlenmeye karar verdik ve zaten on gün sonra da Milano’da evlendik. En yakın dostlarımız da yanımızdaydı. Bir beste yapma ilhamı gibiydi; içimizden geldi ve hemen besteledik o besteyi.


Aslında yeni evli sayılırsınız. Evli olmanın en güzel yanı nedir sizce?


Ece: Biz sevgililiğe devam ediyoruz. Evlerimizi bile birleştirmedik. Ben Fazıl’a veya o bana, hâlâ sırt çantamızla gelip gidiyoruz. İkimiz de sadece birbirimizle olmaktan çok mutlu olduğumuz için evliyiz. Ben çoğu zaman, en yakın arkadaşımı bulmuşum gibi hissediyorum. Birbirimize de bu anlamda verdiğimiz söz bence önemli. “Bir ömür boyu” cümlesinin altı; birbirimizi eksiltmek değil, çoğaltmak duygusuyla dolu. Bu, benim daha önce hiç yaşamadığım bir duyguydu; ama bu sevgi, doğallığıyla akıyor, karşılıklı... Onun için hep en iyisi, en güzeli olsun istiyorum. Evliliğin bir de şöyle güzel bir yanı oldu: Dağıstan’dan sonra Say soyadı, beni özellikle telefon konuşmalarının “Soyadınız nedir?” kısmında çok rahat ettirdi.


Fazıl: Biz evliliği, sevgililiğimiz ve dostluğumuzun hiçbir zaman önüne geçirmedik. Bizim için asıl olan; sevgi ve dayanışmadır, titizliktir, hassasiyettir, anlamaktır. Asla sıkılmayız. Hâlâ ayrı evlerde, yeni âşıklar gibi yaşıyoruz. Herkesin kendi işi, çalışması, hayatının bireyselliği var. Kedilerimiz Küt ve Duman da “iki evi olan kediler”. Onlar da çok mutlu bu iki hayat dokusundan...


Ece: Elbise: Saint Laurent Fazıl: Ceket: Arzu Kaprol


Müzik, ortak tutkunuz. Sizi bir araya getiren şey müzik mi oldu? Aynı tutkuyu paylaşmak, aynı şeylerden zevk almak, mutlu bir ilişkinin sırrı olabilir mi?


Ece: Bence kesinlikle... Zıt kutuplar birbirini çeker yalanıyla büyüdük. Yok canım! Fazıl’ın yaşadığı hayatın, benim hayatımdaki motivasyonunu nasıl ifade edebilirim bilmiyorum. Örneğin ben, pek seyahat seven bir tip değilimdir; kendimi aylak hissederim seyahatlerde. Buna rağmen 5 yıldır, uçaklardan inmediğim; bir valizi açarken diğerini kapattığım bir yaşam başladı. Uçaktan inip, provaya koştuğumuz, kısa bir moladan sonra akşam konsere gittiğimiz, hangi şehirdeysek onu keşfe çıktığımız bir rutinde geçer turneler. Ardından, sabah diğer şehre yolculuk... Kimi tren, kimi uçak... Ve aynı rutin, ama bambaşka bir hikâye bizi bekler o şehirde. Her konser bitiminde, Fazıl bana bakar ve “Nasıldı?” diye sorar. Sonra oturur, o geceyi değerlendiririz. İşte tüm bunlar bana, tam takım olma hissi yaşatıyor. Ben piyanist olmasaydım, bu tempoyla başa çıkamazdım. Ve de o işe dökülen alın terini bu kadar iyi değerlendiremezdim.


Fazıl: Müzik bizim hayatımız, yaşamı beraber kavrayış biçimimiz.


Ceket: Hakaan Yıldırım Triko: Beymen Collection Yüzük, Bileklik, Kolye: Tiffany&Co


Birlikte neler yapmayı seviyorsunuz?


Ece: Evimizden arkadaşlarımız eksik olmaz. Kimi geceler maç geceleridir, kimi geceler iskambil oynadığımız ekibimiz gelir. Kimisi tüm gece boyu müzik dinlemekle geçer. Hatta Wagner’le başlayan, Sting’le süren, ardından Michael Jackson ile devam edip, Sezen Aksu’da final yaşadığımız gecelerimiz çoktur.


Fazıl: Ece ile kimse sıkılmaz ne ben ne de dostlarımız... Ece’nin güzel kalbi, iyiliği ve dostluğu bir yana; çok sürprizli ve oldukça deli dolu bir kadındır, hep şaşırtıcıdır. Onun en meşhur özelliği; ciddi gizli komik bir zekâya ve yeteneğe, özgün bir deyişe sahip olmasıdır. Sürekli insanları güldürür. Birlikteyken bir saniye bile sıkılmayacağınız, tanıdığım ender insanlardan biridir Ece.


Karantina dönemi, bazı ilişkiler için zorlayıcı, bazıları için de aksine güçlendirici bir süreç oldu. Siz bu dönemi nasıl atlatıyorsunuz?


Ece: Fazıl’ın çok yoğun bir temposu vardı ve kendimce bu duruma bir çözüm arıyordum. Hatta yurtdışı menajerlerine, bu tempoyu daha insancıl bir hale getirmelerini rica eden bir mektup yazmıştım. Bir şey dilerken, çok dikkat etmek gerekirmiş ya; benimki o hesap oldu. Tam bir yıldır evdeyiz. Açıkçası ikimiz de bunun keyfini çıkardık, diyebilirim. Fazıl, evde otursa bile; sabahtan akşama kadar yazan, çizen, hatta çalışmaya daha çok vakit bulan biri

oldu bu dönemde.


Malum, benim Teoman ile olan akustik grubumun konserleri durdu. Ben de kendimce yeni hobiler edindim. Tenis oynuyorum, at binmeye başladım. Okuyorum, izliyorum. Covid olmadığımız için şükretmeye devam ediyoruz şu hayatımıza.


Fazıl: Karantina şaşırtıcı ve zor olmakla beraber; çok süratli ve stresli bir yaşam tarzından sonra, kendimize zaman ayırabileceğimiz, ruhsal ve zihinsel anlamda kendimizi tamir edebileceğimiz; sağlığımıza, ruh dinginliğimize özen gösterip, tüm bu hâllerimizde iyileşmeye bolca yer ve zaman açan, tadilata imkân tanıyan bir unsura dönüştü. “Ev yaşamı” benim 30 yıldır bilmediğim bir şeydi. Bana iyi gelen tarafları oldu. Elbette eski hayatımızı, turneleri, binlerce kişilik salonları, alkış çığlık kıyameti, dünyanın dört bir yanında insanları, lezzetleri, kültür ve eğlenceyi özler olduk. Bu sadece benim açımdan değil, ikimiz açısından da benzer bir hissiyat. Ece de bu süreçte durmadı, sadece beklemedi, yapması gereken birçok şeyi yaptı. Bu süreçte ilişkimizin katlanarak güçlendiğini düşünüyorum.



Elbise: Saint Laurent Küpe: Tiffany&Co


Birbirinizde en sevdiğiniz özellik nedir?


Ece: Fazıl’ın kendini, inandığı yola adaması ve de onu koruma şekli, çocuk gibi bir kalbi ve aklı oluşu, merhametli yapısı... Öğrenmeye doymayışı, fikir üretiminin sonunun gelmeyişi ve her koşulda kendine yatırım yapması... Onu hiçbir rüzgâr deviremez. Tek kişilik bir ordudur, o.


Fazıl: Ece’nin dürüstlüğü ve akıldan sapmayacak güçlülüğü, şu ana kadar söylediklerime ekleyebileceğim şeyler. Ayrıca, her konuda çok zevkli bir kadındır. Yaşadığımız iki ev de muhteşem bir zevk ve üslupla, bizim sade müzisyen yaşamımızı tüm ayrıntısıyla, rengi, ışığı ve dokusuyla anlatır. Giyim kuşam konusunu da eklemem gerekir. Benim tüm giysilerimi Ece alır mesela; hatta çoğunlukla ne giyeceğimi de belirler. Kendine yakışanı da çok iyi bilir.


Aşk sizin için ne ifade ediyor? Âşık olma hâlini nasıl tanımlarsınız?


Ece: Dünyanın en güçlü ilacı... Mevsimleri bile değiştiren bir büyü...


Fazıl: Sevgimiz, aşkımızla bir bütünüz. Ve biz hep yeni âşıklar gibi heyecanlıyızdır, her anımızda. Aşk, gençleştirir ve güzelleştirir insanları. Ece’ye katılıyorum; aşk bir ilaç, bir büyü, mevsimlerin her dokusu...



“Pandemi” kelimesinin hayatımızdan tamamen çıktığı bir geleceğe ışınlansak; birlikte ilk olarak ne yapmayı planlıyorsunuz?


Ece: Konserlere doğru yola çıkmayı...


Fazıl: Her ne yaparsak yapalım; keyfine vararak yapmak, güzel olmasını sağlamak, tadına varmak... Tutkularımız çok benzer.


Birbirinizi en fazla tamamlayan, besleyen ve aynı zamanda birbirinizin fazlalıklarını törpüleyen özellikleriniz neler?


Ece: İkimiz de deli fişeğiz aslında. İkimiz de doğrucu ve sözünü hiç sakınmayan kişileriz.


Evet, böyle olmasak hayat çok daha kolay olurdu. Ama pişman mıyız? Hayır! Mücadeleye devam! Ben yıllardır çevremde çabuk sıkılmasıyla ün salmış biriyim. Gittiğim mekândan sıkılırım, yediğim yemekten sıkılırım, müzikten bile sıkılırım. Fazıl beni törpüledi diyemem, ama kesinlikle benim bir adım önümde olduğu için, bana asla sıra gelmiyor. Gittiğimiz mekânlarda müziği kıstırma/değiştirme/ kapatma ricasını hangimizin edeceği sırayladır. İlişkilerin en büyük sorunu, bir tarafın kendinden vazgeçmek zorunda kalmasıdır. Bizim ikimizin de kendi dünyalarımıza olan sadakatimiz ve bağlılığımız çok değerli bu ilişkide. Ayrıca Fazıl, dünyanın en az talepsiz insanı diyebilirim. Yaptığım yemek onun için dünyanın en güzel yemeği olur, ama yemek yoksa o günü siparişle geçiştirmek de onun tercihi oluverir.


Ceket : Shanghai Tang Pantolon: Arzu Kaprol Ayakkabı: Campanile


Aile olmak size ne ifade ediyor? Bu anlamda bağlarınızın güçlendiği anlar var mı?


Ece: Aile... çok güçlü bir duygu. Hayat bana çok kereler, “Keşke bir tohumdan dünyaya gelseymişim” dedirtecek deneyimler yaşattı. İnsan kendi başına geleni bir şekilde tolere edebiliyor, ama ailemden birinin başına gelen bir olayla baş etmesi çok daha can yakıcı oluyor. Şimdi aileme bir de Fazıl eklendi. Onun her davası, benim de davam, her mutluluğu da benim mutluluğum. Kayıplarımız bizi birbirimize daha da kenetledi gibi hissediyorum. Sevgili annesi Gürgün Hanım, ilerlemiş derecede Alzheimer hastası olmasına rağmen, Bodrum’da onu ziyaretimiz sırasında bana baktı ve “Onu kaçırma ve iyi bak” dedi. Bu bizi çok duygulandıran ve bağlayan bir andı. Bir de iki sene önce ben, böbrek nakli için ablama donör olmuştum. Ameliyat sabahı, bu önemli karara onay verecek şahitlerin imzası gerekiyordu. Ablamın şahidi abim, benim şahidim de Fazıl’dı. Sanıyorum o atılan imza, nikâh imzasından daha da derin bir tarafıma dokundu.


Fazıl: Benim zaten küçük bir ailem oldu; annem, babam ve kızım. Ece’yi rahmetli annem de babam da Kumru da daha ilk günden bağrına bastı. Ece’ye güvenleri sonsuz.



Fazıl Say’ı sahnenin dışında pek tanımıyoruz. Evin içinde nasıl bir hayatı var? İlişkinizin başında sizi şaşırtan yönleri oldu mu?


Ece: İlişkimizin başladığı zamanlarda beni en şaşırtan şey; Fazıl’ın bulaşık makinesini doldurup boşaltması oldu. Keza turne valizini dört dakikada yapıp kapattığı sistemi de beni etkilemişti. Ayrıca, volta atmaları meşhurdur. Koridor boyu, bir ileri bir geri… Bilirim ki bu onun düşünme zamanlarıdır, bir şey diyeceğim varsa da susar beklerim. Telefonla konuşmayı sevmez, hatta pek bilmez. Telefonu çoğunlukla sessizdedir. Biz de mesajlaşırız ama konuşmayız mesela.


Sizi en güldüren hikayeniz nedir?


Ece: Diğer sorularda bir peri masalı anlattım, ama tabii bizim de tartıştığımız, hiddetlendiğimiz zamanlarımız oldu. Hatta bir defasında, aynı gece içinde ben onu kendi evinde terk edip, evime gelmiştim. Ardından o bana gelip, bu sefer de o beni terk edip, kendi evine dönmüştü. Şöyle ki evlendikten iki ay kadar sonra, bir gün Fazıl’ı evinden arabayla alacaktım. Dedim ki, “Sokağına girdiğinde arayacağım, kapıya çıkarsın.” Sokağa girdim, aradım, telefon direkt meşgule düşüyor, mesaj attım Whatsapp’tan... “Herhalde çekmeyen bir yerde duruyorsun, gelmek üzereyim hemen çık.” Aradan biraz zaman geçti, yine aynı hikâye... Eve yaklaştım, arıyorum ve yine düşmüyor. Bu sefer kızdım. Yine Whatsapp’tan yazdım: “Yahu neredesin? Gelmek üzereyim çık kapıya!” dedim. Aradan birkaç saat geçti, birden bir ampul yandı kafamda. “Versene sen şu telefonunu bana,” dedim. Aldım, rehberden kendimi buldum. Bir de ne göreyim; blokluyum! Kocamın telefonunda bana blok koymuş, ama benim bundan haberim dahi yok. Bizim telefonla ilişkimizin güzel bir hikâyesidir bu, bizi çok güldüren.


Fazıl: Ece’nin anlattığı umarım yanlış yana çekilmez... Evet, bir keresinde tartışma yaşamış, kızmış, onu engellemiştim. Artık neyi ispatlamaya çalışıyorsam o sinir anında; çocukça işler... Ama zaten çocuk kalmak iyidir bence. İçimizdeki çocuk büyümesin. Öyle bloklu kalmış telefon hattı... Anlatır anlatır güleriz, adam karısını “engellemiş” diye.


Ece Dağıstan Say, aşkı ve bu duygunun ona düşündürdükleri ve hissettirdiklerini Magnet Quarterly için kaleme aldı.


Sana şiir...

Sonunda bedenimden vazgeçtim

Çünkü bu aşkta başka çare yoktu!

Simsiyah saçlı incecik belli

Adı; kadın piyano olmaya karar verdim...

Kimseler el süremeyecek çalamayacak beni ondan başka

O da benden başkasına öylesi dokunmayacak...

Bana her dokunuşunda çırılçıplak duyguları

Tellerden oluşan damarlarımı daha da gerginleştirecek...

Ve biz, herkesin gözü önünde

İkimizin ortak sesinde buluşup sevişeceğiz...

Yalnız biz bileceğiz.

Ece, Aralık 1996


Bana mektup

Bu hikâyeyi yıllar sonra anlatacağını tahmin edemezdin değil mi?

Çaresiz ve umutsuzluğun kuytusundaydın baharında ömrünün...

O kuytuda kalmak aslında bir arzu nesnesiydi senin için, kabul et.

Hayalperest çocuk, kendi ıssız evinin tek sahibi.

Ah o yoksunluk yılları, peşinden koştuğun özenle makasladığın gazete kupürleriydi mutluluğun. Kimse bilmezdi ama toz konmasın diye cam kutularda sakladığın en zengin arşivi senin elindeydi.

Bu kadarıyla da mutluydun.

Sen daha çocuktun çünkü.

Umutsuzluğun peşinde gizliden bir umutla koşmanın insana kattığı gücün bir tek sen farkındaydın sanki! Kapalı dünyan senin hayat çizgini nasıl saptırdı biliyorsun. Bu sebeplerinin soruşturması senin hayatının en zorlu göreviydi. O sert sorgu spotunu kendine korka korka da olsa tuttun ya; çokça düşündün kendin üstüne, geceler boyu yazdın çizdin... Tek tek verdin cevaplarını. İşte ilk bravoyu aldın benden. “Yaşanan her şeyin bir sebebi vardır” klişesini hiçbir zaman iplemedin. Sebepsiz mutluluklar kadar sebepsiz yıkılışlar da yaşadın çünkü. Ve sağlamasını alamadın. Neye inanacağını değil, inanıp inanmayacağını sorgulaman bitemedi bir türlü̈ ve artık 39 yaşındaydın. Ve eksiktin.

Zaman senin en büyük yardımcındı. Ama öyle ki hayatını çalarken zenginleştiriyordu seni. Gözlerinin manası değişiyordu. Anasız ve babasız kalıyordun. Prospektüs okumayı bırak, kitap okumak için gözlük ve de doğru ışık ihtiyacındaydın. Artık her şeyi göze alma zamanın mı gelmişti hasta olduğunu öğrendiğinde?

İstediğin belaya musallat olma gücü de denebilirdi belki de. Bu bir kabuklanma dönemindi aslında biliyor musun?

Zamanın sana attığı çelmeyi bu sefer de kabuk tutmaya başlamış̧ kalbin atıyordu sana. “Pek de umurumda değilsin”li cümlelerin çoğalmıştı.

Umursamazlık seni hafifletmemiş̧, tersine yüklemişti...

Madem akmıyor o zaman vücuduma kazırım deyip yapmadın mı o göğsündeki damla damla akan dövmeyi? Gözyaşını özlediğin günler kapındaydı sonunda. Derken telefon çalmıştı (15 Aralık 2015) “Geçmiş olsun”a geliyorum eğer uyumayacaksan, demişti.

Tabii ki uyumayacak ve onu bekleyecektin. 20 senedir geleceğini bildiğin gibi bekleyecektin. 20 seneyi unutmadan açacaktın o kapıyı. Ama hiç de beklememiş gibi yapmayı başaracaktın. Gelmişti.

Beklememiş gibi yapmayı başardın ama konu senin başarılı oyunculuğun değildi. Onun ilgi alanı değildi, bu küçük oyunlar. Fark dahi etmezdi çekilen numaraları. Önemi yoktu. Sadece sana önem vermesinin değerini daha iyi anlayacaktın, onun seni ziyarete eli boş gelişiyle. Sadece “senin yanında olmak istiyorum” demek istemiş olabilir miydi? Bugün istemiş olması, her zaman istiyorum anlamına gelir miydi sorusunu hemen çakmadın mı kalbinin ortasına? Yoksa gözyaşların akmaya mı başlardı? E hasretini çektiğin bu değil miydi? Gözyaşının her türlüsüne aç değil miydin? İnanması bu kadar zor muydu hayalini kurduğuna?

Bir adım daha yaklaştın işte hayat hikâyenin sonuna.

Gerçeğini bulmuştun sonunda.

Bir sevgiliye kavuşmak değildi derdin, senin derdin inandığın yörüngeye girmekti. O gezegenin suyu, havası, güneşiydi işte senin inanç dolu yaşamın.

Artık zaten bildiğin gerçeğin yaşam bulmuştu. Davanda haklı çıkmıştın.

İlk görüşte aşka inanır mısın sorusunun yanıtını verebilecektin rahatlıkla.

Evet.

Ece, Ocak 2021



 


FOTOĞRAF: SERKAN ŞEDELE

STYLING: MAHİZER AYTAŞ

SAÇ: FERİT BELLİ

MAKYAJ: ECE BİRSEN

STYLING ASİSTANI: MUHAMMET BOZKURT

PRODÜKSİYON: ARMAĞAN MERVE BİLGİN & MÜGE SARIOĞLU



 


KADIKÖY BELEDİYESİ, SÜREYYA OPERASI VE FERAT BİLGİN’E TEŞEKKÜRLERİMİZLE.




bottom of page