Hedefinde sadece oyunculuk değil; yazmak, filmler yapmak ve bu şekilde dünyaya ve insanlığa bir iz bırakmak olduğunu söyleyen başarılı oyuncu Samet Kaan Kuyucu ile kariyerinin ve yaşamın derinliklerine daldık.
Hukuk okurken bir anda kariyerini oyunculuk üzerine kurgulayıp, yüksek onur öğrencisi olarak konservatuardan mezun oldun. Oyunculuk senin için ne ifade ediyor?
Oyunculuk bana her zaman başka evrenlerin, başka hayatların mümkün olduğunu hatırlatıyor. Çocukluğumdan beri bu başka kavramına büyük bir merak duyuyorum. Çocukken toprağın üzerine eğilip karıncaları izlerdim; onların dünyasını, bizim hayatlarımızdan ne kadar başka bir şey yaşadıklarını... Çocukluğumda yine böyle bir gün şunu fark etmiştim; birileri de bize yukarıdan bakıyor olabilir. Uzaylılar vs. değildi bahsettiğim, yani daha soyut daha hislere dayalı bir düşünceydi. Hepimiz aynıyız ve hepimiz çok başkayız. Aslında o karıncalardan pek de bir farkımız yok. Hepimiz birbirimizi anlayabiliriz, birbirimizi görebiliriz. Oyunculuğa olan tutkum buradan doğdu.
Andrei Tarkovsky, “Zaman insana verilmiş hem tatlı hem de acı bir armağandır. Hayat, var olmak için kendine koyduğu hedeflere uygun bir ruh geliştirmesi için insana tanınmış bir süreden başka bir şey değildir ve insan bu gelişimi gerçekleştirmek zorundadır” diyor. Senin sanata olan tutkun, kendini gerçekleştirme arzusu olarak yorumlanabilir mi?
Bu konuya hep bu arzuyla yaklaştım. Yoluma da bu motivasyonla çıktım. İlk başta zaten ruhuma bu hayat verilmiş ve zaman kısıtlı bir şey; bir gün hepimiz buradan gideceğiz ve bu zaman diliminde kendi ruhumu ve kendi varlığımı nasıl gerçekleştirebilirim sorgulamalarıyla yola çıktım. Meslek seçimime de ergenliğimden beri böyle yaklaştım. O güne kadar farklıydı. Sistem üzerinden ilerliyordu benim için her şey. Ailemin çizdiği sınırlar, onların beni yönlendirdiği yollar; doktor, mühendis, avukat olmam gerektiği üzerinden çiziliyordu tüm senaryolar. Ben de bunu çok sorgulamıyordum ama ergenlikte kendi yolumu, varlığımı, birey olmayı keşfetmeye başladım. O yıllarda zamanın kısıtlılığı ve sadece bir ömrümüz olduğu üzerine çok düşünüyordum. Bu hayata imzamı nasıl atabilirim, ruhumla bu hayata nasıl dokunabilirim üzerinden yola çıktım ve bunun cevabı benim için her zaman sanat oldu. Sadece oyunculuk da değil; yazmak, filmler yapmak ve bu şekilde dünyaya ve insanlığa bir iz bırakmak.
Neler izlemekten hoşlanır, nasıl bir rol gelse reddetmem dersin?
Kendine has ve biricik işleri izlemekten hoşlanıyorum. İzlediğim filmin, dizinin yaratıcısının kendini dürüstçe ifade ettiği, tasarısı ve performanslarıyla her ayrıntısı emek kokan işleri seviyorum. Oyunculuğa olan ilgim de bu yaklaşımla çekilen filmleri izlemekle başladı. İnsanı olduğu gibi, dürüstçe anlatan; karakterlerin bütün başarısızlıklarıyla, mücadeleleriyle, çatışmalarıyla, karanlık taraflarıyla işlendiği hikâyeleri izlemekten hoşlanıyorum. Bu komedi veya dram olabilir. Bilim kurgu veya animasyon olabilir. Hiçbir önemi yok. Yeter ki saf bir şekilde o insanları görebileyim. Bu benim için laboratuvarda bir maddeyi incelemek gibi. İnsanları bu şekilde incelemek bana haz veriyor. Oynamak istediğim karakterler de tam olarak böyle karakterler. Ham bir şekilde kendini ortaya koyan, her türlü halini yaşayabileceğim karakterler.
Kariyerinin başında hatırlanmasını istediğin bir performansı gerçekleştirdin mi? Yoksa o rol henüz gelmedi mi?
“Yargı”da Burak’ı oynamak benim için çok etkileyiciydi çünkü bir seri katili oynamak, sana en uzak görünen, bir insanın gelebileceği en uç noktada bir karakteri, tüm karanlığıyla keşfetmek bir oyuncu için müthiş bir şey. Mesleki tatmini zaten bu şekilde tadabiliyorsun. İstiyorum ki, kariyerimde beni hep böyle çok heyecanlandıran, kendimi bu şekilde keşfedebileceğim genişlikte ve derinlikte karakterler canlandırayım.
İlk sinema filmin “Güneşi Söndürmem Gerek” vizyona giriyor. “Yan Oda” dizisi de çekimlerine başlamak üzere. Televizyon ve sinema arasında ayrım yapıyor musun, hangisinin içinde daha çok olmak istersin?
Sinema benim çocukluk aşkım. O yıllardan beri izlediğim iyi filmler bana hayata, insanlığa, duygu dünyama dair çok şey öğretti. Hayatımın sonuna kadar film yapmak istiyorum. Dizilere bakışım için şunu söyleyebilirim; günümüzde artık tüm dünyada sinemave dizi arasındaki o bambaşkalık, o uçurum kapandı. Dizi sektörün yükselişiyle, içeriklerin kaliteleri iyi sinema eserleri seviyesine geldi. Artık diziler sadece ticari şovlar olarak görülmüyor. Önemli yönetmenler dizileri, sinemaya göre daha uzun sürede hikâyesini anlatabileceği mecralar olarak görüyor. Ben de ne seyirci ne de bir oyuncu olarak bu ayrımı yapmıyorum. Önemli olan işin kendisi.
Oyunculuk bana biraz da zamanla ilgiliymiş gibi geliyor; ilk performans hiçbir zaman unutulmaz ama elbette üzerine koyarak ilerlenen bir yol. Senin bu yolculukta bir hedefin, kendin için belirlediğin bir güzergâhın var mı?
Bana da zamanla çok ilişkisi olan bir şey gibi geliyor oyunculuk. Duygusal olarak da şunu çok yaşıyorum; 25 yaşındayken oynadığım bir diziyi yıllar sonra dönüp izleyebilecek olmak çok heyecan veriyor bana. O yaştaki ruhumla yarattığım şey artık hep orada kalacak. Kendi kariyerimin uzun ve ömür boyu sürecek bir yolculuk olmasını istedim hep. Dönüp bakınca iyi ki yapmışım dediğim işlerle yürümek istiyorum yolumu. Bu nedenle ilk günden beri yaptığım işte üretici olarak aktif kalmaya çalışıyorum; her sene mutlaka oyunculuğun, sinemanın içinde olmak, mutlaka bir şeyler üretmek, bir şeyler çekmek... Her zaman o açlıkla, o tutkuyla yeni bir şeyler yazmanın, oynamanın, yaratmanın peşinde olarak kendimi gerçekleştirmek istiyorum.
Modayı takip eder misin? Kendistilini nasıl tarif edersin?
Giyimimin duygu dünyamı, ruhumu nasıl etkilediğini yeni yeni keşfediyorum aslında. İnsanlık olarak nasıl bir estetik noktada durduğumuzu merak ederek takip ediyorum modayı. Tıpkı bir mimari eseri inceler gibi inceliyorum. Nelerle yakınlık kurduğumuz, ne giymeyi seçtiğimiz kendimize dair çok şey anlatıyor. Temelinde kendini nasıl görmek istediğin, nasıl görünmek istediğin gibi konuları bana sorgulattığı için çok ilgimi çekiyor moda dünyası. Kendi stilim için iyi hissettiğim şeylerin içinde biraz iddialı olmayı, farklı olmayı sevdiğimi söyleyebilirim. Kombinlerimi takılarla desteklemeyi de seviyorum. Giydiğim parçalar kendime çok yakın hissettirmeli, biraz bu hisle ilişkili bir şey benim için moda.
Zamanın kendisiyle ilgili ve kendi zamanın ile ilgili neler düşünüyorsun?
Bence zaman, anlarını nasıl doldurmayı seçtiğinle ilgili bir şey. Duygu dünyanla, gündelik hayatta başına gelenlerle, nerede durmayı seçtiğinle, neler hissettiğinin farkındalığıyla ilgili bir şey. Zaman farkındalıktır aslında. Farkında olmadığın, içine dönmediğin anlarda zaman kavramıyla bir ilişkin yoktur zaten. Tamamen akışın içinde kalmaya çabalıyorum ve çok zorlanıyorum bunu yaparken. Bazen çocukluğuma dönüyorum, bir anda yirmi sene öncesine ışınlanıyorum. Sonra gelecek kaygısına kapılıyorum mesela ve bir anda on beş sene sonrasına ışınlanıyorum. Tüm bu süreçte gerçekten yaşıyor beynim ve ruhum o anları. Paralel evrenler arasında gezinti yapıyormuş gibi bir his bu. Oradan ana gelmem gerektiğini fark edip bu anı yaşıyorum. Benim için zaman böyle bir yolculuk; kendi ruh dünyamda sörf yapmak gibi.
Comments