Geçtiğimiz cuma vizyona giren “Çok Aşk” filmi ile hem yapımcı hem senarist hem de oyuncu olarak sevenlerini sinema salonunda ağırlamaya devam eden Hasan Can Kaya ile buluştuk ve beraber keyifli bir çekim gerçekleştirdik.
Çoğu zaman sizin için önemli olduğunu düşündüğüm bir hikayeyi, sanki hiç önemli bir şey değilmiş gibi anlatabiliyorsunuz. Bu bence bir hikaye anlatıcısı için çok önemli bir başarı. Neyi anlatacağınıza nasıl karar veriyorsunuz?
Anlatıcılık, anlattığınız hikayenin ne olduğundan çok nasıl anlattığınızla ilgilidir. Özünde çok önemli ve büyük bir olayı çok sıkıcı anlatanları da tam tersine çok basit, anlatılmaya değer bulmadığınız bir olayı enfes anlatan insanları dagörmüşsünüzdür. İşte gerçekten iyi bir anlatıcı bu ikincisidir ve anlatmaya karar verdiği olayı seçerken olayın önemi veya büyüklüğüne değil kendisinde uyandırdığı his ve özdeşlik duygusuna bakarak karar verir. Çünkü önemsiz konu veya olay yoktur. Kötü anlatıcı vardır.
Reklam yazarlığı, senaryo yazarlığı derken başarılı bir formatla ekran önündesiniz.
Stand up yapmak ile ekranda Talkshow ile daha geniş bir kitleye iş yapmak arasında nasıl bir fark var?
Benim için ister talk show, ister stand up olsun, ikisi de sahne işi olduğu için, performansımı her zaman salondaki seyirciyi mutlu etmek önceliği üzerine kurdum. Yani talk show da stand up gibidir ve aradaki tek fark kaydedilmesidir. Talk show’da salondaki eğlence kayda alınıp, yayınlanıyor. Benim açımdan bir ek fark da tabii ki formatların farklı olması. Konuşanlar baştan sona doğaçlama ve her hafta değişik bir bölüm sergileniyor. Stand up gösterim ise büyük oranda yazılı bir metin üzerine dayalı.
Bir iş olarak düşünüldüğünde “güldürmek” bir yerden sonra sadece “iş” mi?
Hem evet hem hayır. Komedyenlikten önce uzun yıllar insanlara şaka yazan tarafta olduğum için iyi biliyorum ki güldürmenin sadece iş olduğu yanılgısına kapılırsanız zamanla güldürememeye başlarsınız. Güldürmek sadece iş olabilseydi, komedyenler olarak çok az sayıda olmazdık. Kafası ‘’iş’’e bizden daha çok basan bir sürü insan çoktan bizim yerimizi alırdı.
Türkiye’de kendini komedi konusunda ispatlamak diğer her şeyden daha zormuş gibi geliyor. Komedyenlerin bir kulübü var ve yeni bir ismi kapıdan içeri almıyorlar gibi bir durum var mı? “Ben buradan sonra kariyerime buradan devam ediyorum” dediğiniz eşik hangisiydi?
Ulusal çapta kitlesi olan, en büyük salonlarda kapalı gişe oynayan çok az komedyen olduğu için bu soruyu soruyorsunuz muhtemelen. Artık dijital dünyada ve özellikle ücretliplatformlarda kim ne kadar izleniyor, kaç kişi izliyor, izleyenlerin profilleri nedir’ gibi soruların yanıtları mevcut. Ve ben istatistiklere göre 3 buçuk yıldır gelmiş geçmiş en çok izlenen komedyenlerden biriyim. Ona rağmen öyle bir kulüp olduğunu düşünmüyorum. Göreceli çok büyük kalabalıklara oynamayan, ama gayet komedyen olarak anabileceğimiz pek çok isim var. Hepsi de kendi kitlesiyle mutlu. Demek ki dediğiniz varsayımı dijital dünya kırmış durumda.
Yaratıcı yazarlık kendi başına yeterince sancılı bir süreç iken bunu bir de ana akım bir iş olarak yapmak daha büyük bir cesaret. Özellikle içinde yaşadığımız eleştiriyi artık her şey üzerine yapabildiğimiz sosyal gerçeklik çağında “bu şakayı yapmamalıyım” dediğiniz oluyor mu?
Maalesef oluyor. Herhangi bir şaka, eser veya bir gelişme ile ilgili sosyal medya sayesinde az da olsa değerli ve orjinal görüşleri de okumak mümkün ancak maalesef sosyal medya büyük oranda en cahilin en iddialı fikirleri dile getirdiği, rüzgara göre prim yapan herhangi bir cümlenin, binlerce kez araklandığı bir klozet haline geldi. Eskiden toplumdaki gizli hazinelerin kendini ifade etme şansı bulduğu özgürlük alanıyken, şimdi trol cenneti haline geldi. O yüzden adıyla profiliyle gerçek kişilerin olduğu ücretli platformlar daha sağlıklı bir değerlendirme alanı.
Çok Aşk vizyona giriyor. Sinemada rolü alacağınız karakteri yazmak nasıl bir deneyim? “Bu karakter bunu demez” mi dediniz “bunu ben demem” mi?
Ben senaryo yazarken, kendim oynayacağımı düşünerek yazmam. Yani yazar Hasan Can, oyuncu Hasan Can’a bu kıyağı geçmez. Eğer bir karakterin sağlamasını yapacaksam, “bunu ben demem” üzerinden değil de hikayenin kendisiyle çelişen bir durum varsa değişiklik yaparım.
Aşık olduğunuzda peşinden koşmaktan çekinir misiniz? Gerçekten “çok aşk” mıdır?
Aşk aslında eskiden benim için “varlığım varlığına armağan olsun” durumuydu. Dolayısıyla evet peşinden koşardım. O zamanlar benim için yegane pusula aşktı ama zamanla büyük heyecanların yerini daha çok huzur arayışı aldı. O yüzden artık yeni başlangıçlarda iki tarafı da mutsuz edebilecek ihtimaller varsa ilişkiye dönüşmeden uzaklaşıyorum. Yaptığım işe duyduğum aşktan bahsediyorsak da evet iş aşkım ciddi bir evliliğe dönüşmüş durumda. Uzun yıllar devam eden ısrarım mutlu bir birlikteliğe evrildi. Şimdi sıra bu ilişkiden doğacak nitelikli eserler üretmekte.
Seyircinin sinema salonuyla olan ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Üretirken endişe ettiriyor mu? Yoksa “sinema filminin yeri salonlardır” deyip beyazperde sizin için bir tutku diyebilir miyiz?
Sinema filmlerinin yeri salonlar olmalıdır ama maalesef bütün yaşananlar el birliğiyle seyirciyi salonlardan uzaklaştırdı. Pandemi, deprem, yangın gibi doğal afetler.. Ekonomik kriz, dijital platformların yayılması.. Ve hepsinin üst üste olması sinema salonlarının hızla tükenmesine yol açtı. Biz de bu olayların hepsinden haberdar vizyona girdiğimiz için, cevabım hayır endişe duymuyorum. Çünkü hayatım boyunca gördüm ki, güzel film, eninde sonunda salonda olmasa bile değerini buluyor.
Comments