Kimi zaman kahkahalara boğuyor, kimi zaman ciddileşip keskin zekâsı ve bilgi birikimiyle nokta atışı yapıyor. Ama her zaman ilgi çekiyor, eğlendiriyor ve düşündürüyor. Okan Bayülgen’le televizyon kariyerini, eğlence dünyasını ve son projesi Richard’ı konuştuk.
Fular: Dior
Trençkot: Hatice Gökçe
Yirmi beş yıldır ekranlardasınız ve “late night” şovlardan vazgeçmiyorsunuz. Neden?
Ben bu “late night” eğlencelerini seviyorum. Çünkü bütün dünyada televizyoncuların en zeki davrandıkları kuşak orası. Mesela “prime time” dizileri Türk halkının IQ seviyesinin çok altındadır. Dolayısıyla o kuşak - bizim kuşak - çok değerli bir kuşaktır. Ben late night talk şovu genelde rahat yapıyorum. Çünkü gelen insanları tanıyorum artık bunca yıldan sonra, birçoğu ilk defa benim programıma çıkmış insanlar. Onlarla rahat bir iletişimim, diyaloğum var ve “şimdi gelin güzel bir program yapalım,” diyorum. Yani aslında ben onları ağırlamıyorum; birlikte seyirciyi mutlu edecek, bir yandan da bu kişilerin üretimlerini, sanatçı kişiliklerini seyirciye aktaracak, yeni işlerini gösterecek ya da onları bir kez daha tanıtacak hareketler yapıyoruz. Bunu da eğlence üzerinden yapıyoruz.
Gece Kuşu, Televizyon Çocuğu, Herkes Bunu Konuşuyor, Televizyon Makinası ve şimdilerde Uykusuzlar Kulübü... Bu programlardan en çok hangisinden keyif aldınız?
Sonuçta bu programları yapmak benim işimdi. Hiçbirinden keyif almadım. Genelde televizyon programı yapanlara “Kimi konuk etmek isterdiniz? Orada çok eğlendiğini görüyoruz. Çok mu eğleniyorsunuz?” gibi aptalca sorular sorulur. Halbuki işimizi yapıyoruz. Diyelim ki sen insan kaynaklarında çalışıyorsun bir şirkette, işine sevinç içinde gider misin? Ya da bankada çalışıyorsun veya avukatlık yapıyorsun. Sevinç içinde gider misin bir duruşmaya? İşte biz de bu işlere “Allah kahretsin, burada ne arıyorum” diye gidiyoruz. Fakat yine de bu işi yapıyoruz.
Palto: Dior
Kariyerinizin eğlence üzerine olması planlanan mı yoksa spontane gelişen bir durum muydu?
Planlı bir durum değildi. Aslında psikolojim böyle işlere hiç uygun değil. Üstelik “show business” dediğimiz zaman, yani “show” ve “business” yan yana geldiğinde, işin içinde para varmış ve biz de sürekli “partiliyormuşuz” gibi görünüyor. Halbuki bu “show business”, yani özünde bir iş. Mesela kiralık katil de olabilirdim. Ya da başka bir şey. Ama bu işi yapıyorum ve bunu bir “iş” olarak görüyorum. Tabii bu işi yaptıkça birtakım görevler ve ödevler üstleniyorsunuz, yani seyirci ile empati kurmak, seyircinin o anda eğlenip eğlenmediğini, sıkılıp sıkılmadığını kontrol etmek; hele hele bir canlı yayında, televizyondan sizi kimlerin izlediğini göremediğinizde, yani bir tiyatro salonunda olduğu gibi seyircilerin nefesini, nabzını duymadığınızda, o zaman bunu öngörmek ve yılların tecrübesiyle bunu tahmin etmek zorundasınız. Ben de öyle yapıyorum. O yüzden programlarımda fazlaca eğlence olur.
Fotoğraf ve sinemaya daha fazla vakit ayırmak istediğinizi söylemişsiniz. Sınırsız vaktiniz ve bütçeniz olsaydı bu iki alanda ne yapmak isterdiniz?
En çok fotoğrafa gitmek isterdim. Sinema konusunda hep zorlanıyorum çünkü uzun sürede çekiliyor. Bu beni çok sıkıyor. Halbuki ben bireysel hareketler yapmak istiyorum; fotoğraf gibi. Tiyatro da kolektif bir iş. Son yıllarda çok fazla tiyatroya girdim. Şimdi bu 'III. Richard' projesiyle beraber hem sırtımızı Shakespeare’e dayadığımız, hem biraz Shakespeare’le kafa bulmaya çalıştığımız, hem ciddi ciddi Shakespeare’i eleştirdiğimiz ama bir yandan da Shakespeare’e saygı duyduğumuz; felsefi, eğlenceli ve herkesin keyif alacağı bir oyunumuz var. Bugünlerde bu tiyatro işlerine daldım ama önümüzdeki yıllarda sinema yönüne doğru da gidebilirim, oyuncu ya da yönetmen olarak. Ama fotoğraf hayatımda hep var. Ergenliğimden beri fotoğrafçı olmak istiyorum. Orada bir yerlere geldim, tam bir yerlere daha geliyordum bu dijital meseleye, dönüşüme girdik. Dijital dönüşüme girince de ben fotoğrafın sanki daha tutucu bir tarafında kalmışım gibi oldu. Halbuki öyle değilim. Ama bugün dünyada tekrar bir analog yükselme yaşanıyor. Özellikle profesyonel fotoğrafçılar arasında. Sonuçta dediğime geliyorlar yani. Nasıl ressamlar hâlâ kaç yüzyıllık araç gereçleri kullanıyorlarsa, fotoğraf sanatçısı da kendine en uygun mühendisliği bulacaktır. Yani analog-dijital hibrit çözümlerle devam edeceğim. Dijital makineler aldım, onları sevmeye çalışıyorum. Halbuki eskiden kocaman teknik kameralarla koyun koyuna yatıyordum. Yatağıma alıyordum teknik kamerayı. Şimdi dijital makinelerle böyle göz kırpmalı, süzmeli bir ilişkim var.
Fular: Dior
Trençkot: Hatice Gökçe
Pantolon: Hatice Gökçe
'Amadeus'taki müthiş performansınızdan sonra şimdi de çok farklı bir Kral Richard uyarlamasıyla sahnedesiniz. Neden bu oyunu yeniden yorumlamayı seçtiniz? İzleyiciyi nasıl bir deneyim bekliyor?
Ben Amadeus’a başlarken, “Okan bu işi yapabilir mi?” diyorlardı. Sonra bir iki oyundan sonra “dev oyuncu” oldum ben. Aslında Selçuk Yöntem’e dev oyuncu diyorlardı. Ben de onunla oynadığım için bana da dev oyuncu demeye başladılar. Ben dev oyuncu değilim ama ilginç bir tipim sahnede. Yani seyretmeye gelinebilir. III. Richard aslında biraz çekilmez bir oyundur. Yani Shakespeare’in yazdığı gibi oynanırsa dört saat filan sürer ve biraz iç daraltıcıdır. Ama o kadar çok yorumlanmış, hem aktörler hem yönetmenler tarafından o kadar çok uyarlanmış ki dünya Richard’dan bir şey bekliyor ve biz de modern bir uyarlamayla geliyoruz. Oyun 2012’den sonra İngiltere Leicester’da III. Richard’ın kemiklerinin bulunmasından sonraki süreci anlatıyor. Hem enformatik hem felsefi. Neden? Çünkü Alain Badiou’dan Baudrillard’a, Nietzsche’den Platon, Aristoteles ve Sigmund Freud'a, başka uyarlamalardan Matei Visniec’e kadar her şeyi seyirciye sunuyoruz. Yani bir bilgilenme ve yıkanma yaşayacak seyirci. Birçok felsefi tartışmayı sunuyoruz. Bir yandan artık Türkiye’de yaşamak istemeyen, “geleceğimi başka bir ülkede aramak istiyorum” diyen gençlere, dünyaya göç eden insanlara da fikir verebilecek bir şey yapıyoruz. Londra’daki III. Richard’a benzer ama başka bir Richard. İngiliz olmayan ve pasaportunu yırtmış bir adam. Bir tiyatroya sığınıp polisten kaçarken o tiyatroda birtakım olaylara neden oluyor ve bu orijinal Shakespeare metniyle paralellikler gösteriyor. İlk başta seyircimize gizemli ve çözülmesi gereken bir oyun havası verecek. Daha sonra seyircimiz hem felsefi olarak, hem de eğlenceye müziğe ve dansa doymuş olarak oyundan çıkacak.
Sahnede hem yazar ve yönetmen hem de oyuncu olarak aynı anda yer almak nasıl bir deneyim? Oyuncu olarak kendinizi yönetmenin zorlayıcı tarafları neler?
Tamamıyla bir gerizekâlılık! Bunların hepsinin bir arada yapılmaması lazım. Bu benim ukalalığımdan ya da kendime güvenmemden dolayı değil. Projeyi beraber oluşturduğumuz arkadaşlarımızla birlikte böyle karar verdik. O yüzden böyle yapıyoruz. En kötü tarafı aynı anda beyninizin arkasında bir yönetmen, önünde de bir oyuncu olması. Yönetmen olarak kendinizden bir şey istiyorsunuz. Oyuncu olarak bunu yetiştiremezseniz, gidip beyninizin arkasındaki yönetmeni kandıramıyorsunuz. Öndeki oyuncuya küfretmeye başlıyorsunuz. Bu da insanın sürekli kendi kendini yermesine ve moralinin bozulmasına, kendine güveninin azalmasına neden oluyor.
Full Look: Dior
Genel Yayın Yönetmeni: İrem Bakic & Selim Can Çelik
Dijital İçerikler Direktörü: Gökhan Oğuz Ünal
İçerik Editörü: Göze Arslan
Sosyal Medya Editörü: Sinem Durmaz
Fotoğraf: Zeynep Özkanca
Fotoğraf Asistanı: Semih Sunmaz - Digioneplus
Styling: Melisa Cömert
Styling Asistanları: Zeynep Meral & Zehra Gülce
Saç&Makyaj: Onur Bayram
Prodüksiyon: Müge Sarıoğlu
コメント