top of page

Hikayenin Derinliği ve Barışmak İçin Bir Başlangıç

Kendimizi affetmek, içine düştüğümüz talihsiz serüvenleri hatırlarken haklı ya da haksız olduğumuz her şeyi yeniden düşünmemizi sağlıyor. Kendimize dönüp, hatalarımızı birer öğrenme fırsatı olarak görmek ve yaşadıklarımızın bize şekil verdiğini kabul etmek, barışmanın ilk adımlarından biri olabilir.



Hikayenin Derinliği ve Barışmak İçin Bir Başlangıç 


Bugün ChatGPT’ye, insan kendiyle nasıl barışır diye sordum. Birçok şeyin yanı sıra farkındalık tekniklerini sıraladı. İnsanın kendiyle barışmaya karar vermesi sanırım en zorlu aşama ve bu tekniklerin bir kısmı bende hiç işe yaramadı. Kendimizi affetmek, içine düştüğümüz talihsiz serüvenleri hatırlarken haklı ya da haksız olduğumuz her şeyi yeniden düşünmemizi sağlıyor. Kendimize dönüp, hatalarımızı birer öğrenme fırsatı olarak görmek ve yaşadıklarımızın bize şekil verdiğini kabul etmek, barışmanın ilk adımlarından biri olabilir.


Elbette bu, bir gecede gerçekleşen bir mucize değil; aksine, sabır ve özşefkat gerektiren bir süreç. İnsan kendine bu fırsatı tanıdığında, içindeki karmaşayı da daha net görebilir ve belki de o karmaşanın içinde bir düzen bulabilir. Kendimizle barışmak, yalnızca geçmişi değil, geleceği de kucaklamayı öğrenmek demek.

Dostoyevski'nin Raskolnikov’u ya da Bergman’ın filmlerindeki kırılgan karakterler, Kundera’nın Tomas’ı, Camus’nün Meursault’su bu değişimleri dönüşümleri iyi kötü yaşadı. Edebiyat ve sinema, insanın kendiyle barışma serüvenini anlatmak için büyüleyici bir araç. Bu karanlık hikayeler de barışmanın bir aşamasında yardımcı olabilir. Bence insan tüm değerleriyle hikayenin derinine inmeli ve önce kavga etmeli. 


KİTAPLAR


Harvard Meydanı, André Aciman


Göçmenlik deneyimi üzerine mütevazı bir katkı olan Harvard Meydanı’nı, 2015 yılında okuduğumda kitabın arka kapağına “Hikayemiz ne kadar da benziyor” diye yazmışım. Geçtiğimiz günlerde tekrar elime alınca hiç de o kadar geçmişin tozunu taşımadığını fark ettim. Uyarlandığı filmle aynı ismi taşıyan “Beni Adınla Çağır” kitabıyla tanınan Aciman’ın maskesiz, zincirsiz ve tamamlanmamış haller ile kurduğu ilişki bence bu anlamda önemli bir adım. İnce bir alay ama aynı zamanda yer ve mekân ile kurulan ilişki anlamında uzun bir mektup.


Martin Eden, Jack London


Yazarak para kazanma fikrinin ilk zihnimde belirdiği zaman okuyup da finalini Kadıköy’de kahve içerken getirdiğim ve 2000 yılının tüm nostaljisiyle hatırladığım Martin Eden; hedefine ulaştığında motivasyonunu ve heyecanını çoktan yitirmiş, trajik bir sona doğru sürüklenen bedbaht bir karakter. Yine de bu yarı otobiyografi, yaşamı boyunca hem kendine hem de toplumsal normlara dair keskin bir farkındalık geliştiren ana karakterinin intihar fikriyle suya atladığında dahi çırpınarak kurtulmaya çalıştığı tutkusuyla ilham verici bir öykü.




Siddhartha, Hermann Hesse


Her ne kadar ara sıra Hakan Günday romanlarındaki karakterler gibi “anlam yok” diye çığlık atasım gelse de hayatta hepimiz anlam ararız. Kimse yolculuğun sonunun bir boşluğa çıkma ihtimaline rağmen bu debdebeyi isimlendiremez. Hermann Hesse’nin farklı felsefeleri tek bir adamın gerçek anlam arayışıyla ifade edilen benzersiz bir yaşam vizyonunda sentezlediği romanı Siddharta; insanlığa dair derin bir empati duygusuyla yazılmış, 20. yüzyılın ortaya çıkardığı en önemli ve en sarsıcı alegorilerden biri.


Gerçek, Emile Zola


1967’de Türkçe’ye “Din ve Laiklik Çatışması” olarak çevrilen Emile Zola’nın benim bir yaratıcıyla olan hesaplaşmamdaki en önemli etkenlerden biri olan kitabı “Gerçek,” Dreyfus Davası’na yapılan bir gönderme. Merkezinde bir çocuk cinayeti ve sanık olarak yargılanan Yahudi bir öğretmenin bulunduğu roman, siyah cübbeli kardinallerin bir grup öğretmene açtığı savaşı anlatıyor. “Bir halkın çılgınlığa kapılıp yavaş yavaş ölmesi için tek bir haksızlık, tek bir adaletsizlik yeter de artar bile” diyerek yazıldığı 19. yüzyıl Paris’inin, 2024 Türkiye’sine benzerliği ile okuyucusunun tüylerini her an ürpertmeye hazır bu roman Zola’nın keskin dehasının en iyi örneği.


FİLMLER


Baraka, Ron Fricke


Meditatif ve mistik. Baraka’nın en büyük gücü, yaşamın sadece olduğumuz yerde değil, dünyanın her yerinde gerçekleştiğini fark ettirmesi. Fricke’nin, 25 farklı ülkede çektiği görüntülerle 1992’de bir araya getirerek seyirciyle buluşturduğu bu belgesel; insanlık tarihinin kültürel, dini ve çevresel çeşitliliğini

sadece estetik bir seyir olarak değil, aynı zamanda insanların dünyadaki etkilerini anlamaya ve sorgulamaya yönlendiren güçlü bir mesajla gösteriyor.


Şeytanın Güneşi Altında, Maurice Pialat


Yakıcı bir ciddiyet. Pialat, 1987’de kendisine Altın Palmiye kazandıran filmi “Şeytanın Güneşi Altında” ile yarı yolda buluşmayı istemek yerine izleyiciyi geri dönüşü olmayan noktanın ötesine sürüklüyor. Gérard Depardieu’nun canlandırdığı derinden mutsuz bir rahibin hikâyesini, sert sembolizm açısından sonuna kadar gitmeye istekli Maurice Pialat’ın elinden izlediğimiz film; varlık, din ve ritüeller hakkında bambaşka şeyler öneriyor.


Dostoyevski’nin Raskolnikov’uya da Bergman’ın filmlerindeki kırılgan karakterler, Kundera’nın Tomas’ı, Camus’nün Meursault’su bu değişimleri, dönüşümleri iyikötü yaşadı. Edebiyat ve sinema, insanın kendiyle barışma serüvenini anlatmak için büyüleyici bir araç. Bu karanlık hikâyeler de barışmanın bir aşamasında yardımcı olabilir.




Bıçak Sırtı 2049, Denis Villeneuve


Rafine bir estetik. Film; teknoloji, insanlık ve doğa arasındaki ilişkiyi felsefi bir derinlikle sorgulayan anlatımıyla bir bilimkurgu klasiği olmaya aday. Bazen Stalin dönemi Rusya’sını hatırlatan mağaralar, terk edilmiş binalar, uçsuz bucaksız neredeyse ölü şehirler... Her ne kadar içinde tarih olan film isimlerinden haz etmesem de Villeneuve, düşünceli ve metodik hikâye anlatımının duygusal bir çalışma için etkili olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.


Eridiğinde, Veerle Baetens


Sert bir yumruk. Lize Spit’in 2016 tarihli “The Melting”adlı romanından uyarlanan film; çocukluk travması, aile dinamiklerinin etkisi ve kişisel kimlik mücadelesiyle savurduğu o yumruğun hakkını veriyor. “Eridiğinde”, küçük bir köyde iki erkek çocukla birlikte büyüyen ve onların zalim planlarına karşı kendini güçsüz hisseden Eva’nın hikâyesine odaklanıyor. On üç yıl sonra, o yazın travmasıyla yüzleşmeye kararlı bir şekilde buz kütlesiyle geri dönen Eva, katmanlı hikâyesiyle çocukluğun tüm yaşam üzerindeki kalıcı etkisine iyi bir örnek.



Comentários


bottom of page