Senarist ve yönetmen İlksen Başarır, bir sinema setine adım atar atmaz kendisi için doğru mesleği bulduğunu anladığını söylüyor.

Ceket, pantolon: Beymen Collection
Ayakkabı: Tory Burch/Beymen
Gözlük: Stella McCartney
Yönetmenlik ve senaristlik yolculuğunuz nasıl başladı? Çocukluğunuzdan beri “sinemacı” olmayı hayal edenlerden misiniz?
Sinemayı keşfetmeden önce en sevdiğim şey okumak ve peşine de hikâyeler uydurmaktı. Çocukluğumdan itibaren her cumartesi sinemaya gider, her pazar sabahı da televizyonda pazar kuşağı filmlerini izlerdim. İyi bir izleyendim galiba. Bu işe başlayana kadar en büyük hayalim gazeteci olmaktı ama staj yaptığım sürede hiç bana uygun olmadığını keşfettim. Üniversite ikinci sınıfta ne yapacağımı kara kara düşünürken, tamamen tesadüf sonucu bir yapım şirketinde işe başladım. Başladığım ilk hafta sonu da bir sete gittim. O gün hayatımın geri kalanında ne iş yapacağımı anladığım gün oldu. Sekiz sene boyunca önce yapım sonra da reji kısmında çalıştım. 2008 yılında yardımcı yönetmenliğini yapacağım bir filmin hazırlığında Mert Fırat’la tanıştık. Bana film olmasını istediği bir hikâye anlattı. Bu da birlikte ilk yazdığımız ve benim de ilk çektiğim film olan “Başka Dilde Aşk”ın hikayesiydi. Senaryo için çalışmaya başladığımızda ne benim çekeceğimi ne de Mert’in oynayacağını düşünmüyorduk. Bir yıllık senaryo çalışmasının sonunda aslında karşılıklı birbirimizi ikna ettik. Bu filmin yapılabilmesi için çevremizdeki herkes bize o kadar destek oldu ki, hiçbir zaman unutamayacağımız bir deneyim ve çalışma süreci oldu bizim için. Sinemacı olmak belki çocukluk hayalim değildi ama yapmaya başladığım günden beri hayatta bu işi yapmak istediğimi anladım.
Bir projenin hem senaryosunu yazıp hem de yönetirken hayalinizde yarattığınız dünyayı gerçeğe dökmek zor mu? Bu süreçte size neler ilham veriyor?
Yazmak çok kişisel bir eylem, biz bunu iki kişi yaptığımız için şanslıyız aslında, yazdığımız her cümleye dışarıdan bakan bir kişi daha var. Önce hikâyeyi sonra da senaryoyu yazarken bir dünya hayal ediyoruz; kafamızın içinden mekanlar, renkler, insanlar geçmeye başlıyor. Sonra bir ekip sizin rüyanıza dahil oluyor ve hep birlikte onu gerçekleştirmeye çalışıyorsunuz. İşin bu kısmı çok zevkli ama zor mu, evet zor. Bazen ikna olmak, bazen de başkalarını ikna etmek gerekiyor. Görüntü yönetmenimiz Hayk Kirakosyan, “Eğer yazarken hayal ettiğinin yüzde altmışını yapabiliyorsan bil ki bu işi yapabilmişsin” derdi. Ben de öyle olduğuna inanıyorum.
Sizin için bir projeye başlamak mı bitirmek mi daha heyecan verici? Bir işe başlamak ve çıkılan o yolculuk her zaman daha heyecanlı. Çünkü bitirmek başka bir işin başlangıcının yakın olduğu anlamına geliyor. Ben çalışmayı çok seven biriyim o yüzden üretim kısmı beni her zaman daha fazla mutlu ediyor. Ama bir filmin son sahnesini çekip sette paydos zamanını bütün ekiple yaşamak, yaşanan her zorluğun unutulması sonrasında tabii ki bir de filmi perdede izlemek, hepsinin anlamı bambaşka sanırım.
Dijital platformların yükselişe geçişiyle izleme alışkanlıkları da değişiyor. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sinemaya gitmekle evde film izlemek hiçbir zaman aynı hissi vermedi bana. Bir filmi karanlık bir salonda, büyük bir perdede, hiç tanımadığın insanlarla birlikte izlemek bambaşka bir deneyim. Çocukluğumdan beri hangi sinemada, hangi sırada ve koltukta izlediğimi unutmadığım filmler var. Dijital platformlar tabii ki üretim için büyük bir alan ve bir lüks... Herkes gibi benim de tüketicisi olduğum bir alan ama hiçbir şeyin sinemaya gitmenin yerini alabileceğini düşünmüyorum.
İşinizin sizi en mutlu eden tarafları neler? İşimin beni en mutlu eden tarafı, başka insanların boş vakitlerinde yaptıkları şeylerin benim “işim” olması; film izlemek, kitap okumak gibi. Benim gibi rutinden sıkılan biri için, bir an bile boşluğa düşmene izin vermemesi... Ve birbirinden farklı bir sürü insanla, aynı hayalin peşinden koşabilmek...
Fotoğraf: Samet Turkan Fotoğraf Asistanı: Melih Aran
Styling: Gözde Ekici
Saç, Makyaj: Onur Bayram, Ahmet Çepel
Prodüksiyon: Müge Sarıoğlu
Comments