İşinde Parlayanlar: Kerem Ayan
- Magnet Quarterly
- 8 saat önce
- 2 dakikada okunur
İstanbul Film Festivali Direktörü Kerem Ayan aynı zamanda yönetmen ve yapımcı kimliğiyle sanat dünyasının önemli isimlerinden. Ayan’a, Türkiye’de festival yönetiminden sinema ve tiyatro kariyerine merak ettiklerimizi sorduk.

Tam da şu sıralar yılın en büyük sinema olaylarından biri olan İstanbul Film Festivali’ni konuşuyoruz. Festival düzenleme, kurumsal olarak Türkiye’de gerçekten çok zor gerçekleştirilebilen bir iş. Kültür-sanat politikaları konusunda hâlâ almamız gereken çok yol var. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
Evet, Türkiye’de festival düzenlemek oldukça zor, başka pek çok şey gibi... Bu sene 44.’sünü yapıyoruz. Her seferinde ayrı sorunlarla karşılaşıyoruz. Kültür-sanat politikaları da tabii ki yetersiz. Ama ülkelerin zaten her durumda en son dertlerinden biri oluyor, kültür ve sanat... Ve bir festivalin ayakta durması için hem devletten yardım alması hem de özel sponsorları olması gerekiyor, özellikle de uluslararası büyük bir festival yapıyorsan. Çok büyük harcamalar var. Bunu da biz özellikle sponsorlarla hallediyoruz ağırlıklı olarak.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı ile yollarınız nasıl kesişti?
Ben öğrenciyken bu vakıfta rehberlik yaparak başladım yıllar önce. Ondan sonra Fransa’ya gittim, sinema okudum. Tekrar ülkeye döndüğümde, yıllar sonra festivalde çalışmaya başladım. İlk başta konuk ağırlama bölümünü yapıyordum. Sonra direktör yardımcısı oldum. Sonra da festival direktörü oldum. Dokuz yıldır devam ediyorum. Ama dediğim gibi festivalle ilişkimi hiç koparmadım. Fransa’da olduğum senelerde Türk sinemasının Cannes’daki standında çalışıyordum. Sonra da direkt Cannes Film Festivali’ne çalışmaya başladım zaten. Şimdi de işte bugünlere kadar geldik.
Aynı zamanda sinema ve tiyatro yönetmenliği yapıyorsun. Burak Çevik’in ikinci uzun metraj filminin yapımcısı da oldun. Farklı disiplinlerde üretmek seni motive eden bir şey mi? Tiyatro ve sinema ile ilgili üretimlerinin devamı gelecek mi?
Farklı disiplinlerde çalışmak, beni çok motive eden bir şey. Çünkü tek bir yere yoğunlaşmaktan çok hoşlanmıyorum sanıyorum. Biraz fazla tekrara giriyor bazen. O yüzden tiyatro ve film yapabilmek çok güzel bir şey. Tabii ki sinema yapmak çok zor. Tiyatro çok daha rahat olduğu için altı tane oyun yapabildim. Film öyle değil ama ileride de istiyorum tabii ki hem sinemaya hem de tiyatroya devam edebilmek. Bakalım, bunları zaman gösterecek.

Festival direktörleri sinema sektörü içinde çok da sevilen insanlar değiller. Aldıkları her karar sektör tarafından sorgulanabiliyor. Üreticilerle kurduğun ilişki nasıl? Program yaparken nelere dikkat edersin?
Bazı sevenler de vardır diye ümit ediyorum. Şaka bir yana, şöyle bir şey var Türkiye’de: Bilmiyorum yabancı ülkelerde bu ne kadar doğru ama ne iş yaparsan yap, nedense herkes senden çok daha iyi biliyor o yaptığın işin nasıl yapılacağını. O yüzden de pek kolay olmuyor tabii ki. Üreticilerle kurduğumuz ilişkide, onların yaptıkları filmleri seyrediyoruz ve beğendiklerimizi alıyoruz. Beğenmediklerimizi almıyoruz festivale. Bütün festivallerde böyle oluyor. Yani şu veya bu şekilde yönetmenler de festivallerin seçici kurullarının objektif kararlarına maruz kalıyorlar. Filmlerini bir yerlere yolladıklarında böyle olacağını biliyorlar. Yani Cannes’a yolladıkları bir filmi Cannes beğenmiyor. Sonra işte Venedik’e yolluyorlar, Venedik beğeniyor. Böyle şeyler olabiliyor tabii ki. Bizim için de aynı şey geçerli. Program yaparken elbette bir çizgimiz var. Daha çok sanat sineması ağırlıklıyız. O yüzden de
bu çizgimiz içinde, o senenin bizce en iyi örneklerini seyirciye ulaştırmaya çalışıyoruz.
Senin ikonların kimler? Hangi yönetmen “Ne yapsa izlerim” dersin?
İkonlar gitgide ölüyorlar ne yazık ki, öyle bir dram var. En son ikonum diyebileceğim biri daha, David Lynch, ne yazık ki gitti. Şu anda ilk aklıma gelenler: Albert Serra, Yorgos Lanthimos, Damien Chazelle. Yaptıkları işleri heyecanla beklediğim isimlerden...
Comentarios