Bildiğimiz kadarıyla her şey önce ikiye ayrılır. İyi-kötü, güzel- çirkin, doğru-yanlış, gibi. Bu kavramların insani değerler ve dolayısıyla toplumlar açısından önemli olduklarına hiç şüphe olmasa da öznelliğe olan bağlılıkları onları daha iyi anlamamızı gerektiriyor. Uzun süredir çalıştığımız müşterilerimizden biri çocuklar için kitap ve oyuncak üretiyor. Konuşmamız esnasında iyilik temalı bir yazı yazacağımı söyledim ve iyilik hakkında ne düşündüğünü sordum. “Bana göre iyilik bizimle değil bir başkası ile ilgilidir “dedi ve “mesela birinin gölgesinde dinleneceğini bilerek bir ağaç dikmek” diye de bir örnek verdi. O an iyiliğin ne kadar naif ve insanlık için ne kadar önemli olduğunu, ama bir o kadar da geri planda kaldığını farkettim. Günlük hayatımızda önceliklerimiz o kadar farklı ki, bazen birine gülümsemek bile çok zor olabiliyor. İşim gereği teknoloji ve gelecek başlıklarında derinleşmiş çalışmalar yapıyorum ve önümüzdeki yılları düşündüğümde, insanlık için gerekli olan temel kavramları korumamızın aslında zorunlu olduğunu görüyorum. İyilik geleceğimiz için stratejik bir tema. Dolayısıyla iyiliğin geleceği, insanlığın geleceği için önemli.
İYİLİĞİ ÖĞRENMEK
Farklı kültürler ve inançlar arasında değişen birçok farklı anlamı olsa da genel olarak iyilik yapmak; başkalarına yardım etmek, topluma faydalı olmak ve insanların hayatlarını iyileştirmek anlamına geliyor. İyiliğin iyi niyet, sevgi, saygı, hoşgörü, empati, adalet, dürüstlük ve sorumluluk gibi değerleri de içerdiğini düşündüğümüzde, iyi olmak ya da iyilik yapmanın sanıldığı kadar kolay olmadığı ortaya çıkıyor. Nihayetinde iyiliğin, doğuştan gelen bir eğilim değil, öğrenilen bir davranış olduğu belirtiliyor. Öğrenebilmek için hem iyi rol modellere ve örneklere hem de başkalarına karşı sorumlu davranışlar sergilemek, etkili iletişim kurmak, empati geliştirmek ve sorunlara çözüm odaklı yaklaşmak gibi becerilere ihtiyaç duyuyoruz. İyiliğin öğrenmemiz gereken bir şey olduğu hiç aklınıza gelmiş miydi? Birçoğumuz dünyanın ve insanlığın geleceği için iyiliğe ne denli ihtiyacımız olduğu hakkında fikir sahibi olmayabilir. Ancak merak etmeyin, teknoloji şirketleri bu ihtiyacımızın farkında, bu nedenle hemen hemen hepsi dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeyi hedefliyor. Hepsi görünüşte bu amaçla yola çıksa da Meta, Google, Apple ya da Microsoft gibi şirketlerin dünyanın daha iyi bir yer olmasını sağlayıp sağlamadığı tartışmaya çok açık. Trilyonlarca dolar değerinde olan bu şirketlerin yarattığı yeni teknolojilerin insanlığın faydasına üretiliyor olduğundan emin olmamız kolay değil. O halde yanıtını aramamız gereken bir soru var: İnsanlar doğduklarında iyilik yapmak için önceden programlanmış değillerse dijital ve sanal versiyonlarımızın yaygınlaştığı bir dünyada iyiliğin geleceği kime bağlı olacak?
TEKNOLOJİDE ETİK
Gelecekte teknolojik gelişmelerin hızının artacağı ve hayatımızın her alanını etkileyeceği artık herkesin malumu. Yapay zeka, robotik, biyoteknoloji, nükleer enerji, uzay keşfi, kuantum bilgisayarlar gibi alanlarda büyük ilerlemeler kaydedilmesini bekliyoruz. Bu gelişmelerin de yıkıcı yeniliklerle sonuçlanması kaçınılmaz. Peki böyle bir gelecekte iyiliği nasıl yarınlara taşıyacağız? Teknolojinin bizi daha iyi bir insan yapması mümkün mü? Bunlar, günümüzde henüz ne kadar kritik bir öneme sahip olduğu fark edilmeyen ve yeterince tartışılmayan “teknolojide etik” soruları. Teknolojinin bizi daha “iyi” birer insan yapıp yapmaması, tamamen tasarımı ve kullanımıyla ilgili. Eğer teknolojiyi iyi niyetle kullanırsak, hayatımızı kolaylaştırabilir, daha fazla bilgiye erişebilir, daha verimli çalışabilir ve daha güvenli bir şekilde iletişim kurabiliriz. Bunlar bizim hayatımızı daha iyi hale getirebilir. Ancak, teknolojinin kötüye kullanımı da mümkün. Örneğin, teknolojiyi yalan, manipülasyon, saldırganlık, intikam gibi amaçlar için de kullanabiliriz. Teknolojinin bu şekilde kötüye kullanımı, toplumsal zararlar yaratabilir ve insanlar arasında çatışmalara neden olabilir. Bu durum elbette sosyal ve politik sorunlar da yaratabilir. Şu günlerde ChatGPT sayesinde çok popüler olan yapay zekayı ele alalım. Yapay zeka tasarımcıları ve kullanıcıları, yapay zeka sistemlerinin insan hakları, özgürlükler ve mahremiyeti korumak için tasarlanması ve kullanılması gerektiğinin farkında olmalı. Örneğin, otomatik karar verme sistemleri, önyargılı sonuçlar üretebilir ve bu da insanlara karşı haksızlıklara neden olabilir. Yine popüler olan robot konusuna bakalım. Robotlar, programlandıkları şekilde hareket eden ve insanlar tarafından kontrol edilen makinelerdir. Eğer robotlar insanların ihtiyaçlarını ve isteklerini karşılamak üzere programlandıysa, iyilik yapabilirler. Örneğin, bir robot hasta bakımı, temizlik veya ev işleri gibi görevleri yerine getirebilir ve bu şekilde insanların hayatını kolaylaştırabilir. Eğer robotlar kötü niyetli insanlar tarafından programlanırsa, zararlı eylemler yapabilirler. Ayrıca, bazıları, özellikle askeri robotlar, insanların hayatını tehlikeye atabilecek tehlikeli işlerde kullanılabilir. Sonuç olarak robotların da iyilik yapması veya yapmaması, tamamen robotların tasarımına ve kullanımına bağlı. Bunları düşündüğünüzde biraz içiniz sıkıldı, değil mi? Şimdi sizi biraz rahatlatmak için “iyi teknoloji”ye dair bazı örnekler vereceğim. Teknolojinin gelişimi, insanlara daha iyi bir yaşam kalitesi sunmak için de kullanılabilir; prostetik uzuvlar, düşük maliyetli sağlık hizmetleri, gıda güvenliği, çevre koruma gibi. Dünya genelinde temiz suya erişim sağlamak için kurulan girişimlerden, mikrokredi fırsatları sunarak yoksul insanlara finansal yardım sağlayan girişimlere kadar aslında iyi teknoloji üretmek mümkün. Bu iyi ve kötü örneklerden yola çıkıldığında mantık şunu söylüyor: Çok keskin bir yol ayrımındayız. İklim değişikliği, nüfus artışı, doğal kaynakların tükenmesi, siyasi istikrarsızlık, teknolojik gelişmeler ve toplumsal eşitsizlikler gibi birçok alanda risklerin ve belirsizliğin yükseldiği mevcut durumda bir sonraki versiyonlarımıza hangi değerleri aktaracağımız konusunda neden-sonuç ilişkisi kurarak karar vermeliyiz. Bedenlerimizi değiştirebildiğimiz, istediğimiz yerde istediğimiz versiyonumuzla var olabildiğimiz, bazı duygularımızı transfer edebildiğimiz, çoklu gezegene uzanan gelecek tahayyülünde iyiliğe olan ihtiyacın ortadan kalkacağı düşünülebilir ancak Küçük Prens kitabında da dendiği gibi: “Gözler göremez ama kalp hisseder.” Hissedebildiğimiz sürece iyiliğin geleceğini insanlık belirleyecek.
Comentarios