Kozmik Zarafet: Amor Garibovic & Özge Gürel
- Magnet Quarterly
- 9 saat önce
- 4 dakikada okunur
Kendi adını taşıyan markasıyla göz alıcı tasarımlara imzaatan Amor Garibovic, ağırlıklı olarak “couture” çalışsa da koleksiyonlarında “pret-a- couture” parçalara da yer veriyor. Tasarımı bir hikâye anlatma biçimi olarak gören ve koleksiyonlarında kadının gücünü yansıtmayı amaçlayan Amor Garibovic, Magnet Quarterly’nin “Yıldız” temalı sayısı için başarılı oyuncu Özge Gürel’i giydirdi.

Amor Garibovic
Koleksiyonlarında kadının gücünü yansıtmayı amaçlıyorsun. “Phoenix Bloom” couture koleksiyonunda da güçlü kadın figürünü temsil eden heykelsi formlar dikkat çekiyor. Koleksiyonun yaratım sürecinden ve ilham kaynaklarından bahseder misin?
Phoenix Bloom benim için sadece bir koleksiyon değil, bir kadının küllerinden yeniden doğuşunun, kendi doğasıyla olan dansının simgesi. Hibiscus çiçeğinin narin ama dirençli yapısıyla “phoenix” yani Zümrüdüanka kuşunun yeniden doğan gücünü bir araya getirdim. Heykelsi formlar, kristal işlemeler, zengin dokular... Her detay kadının içsel gücünü ve dönüşümünü anlatıyor. Yaratım süreci, hem teknik hem duygusal anlamda oldukça yoğun ve özeldi. Bu koleksiyon, uzun süredir içimde büyüttüğüm bir hikâyenin podyuma yansıması.
Kendini ve yeteneklerini ilk olarak nasıl keşfettin? Sırbistan’dan Türkiye’ye uzanan tasarım yolculuğun nasıl gelişti?
Daha dört yaşındayken çizim yapmaya başladım ve ilk çizdiğim şey bir kadın ayakkabısıydı. Küçük yaşlarda gelişen bu merakım zamanla tutkuya dönüştü. Çizim yapmak benim için her zaman en büyük keyifti ve çizdiğim her şey sonunda bir şekilde modaya çıkıyordu. Bu yüzden bu yolda ilerlemek çok doğal bir gelişim oldu. Tasarım yolculuğum Sırbistan’da başladı, ardından İtalya’ya uzandı ve son durağı Türkiye oldu. Ama elbette bu son değil, devamı geliyor. Her ülke bana bambaşka bakış açıları kattı, farklı duygular, disiplinler ve estetik anlayışlar getirdi. Hepsi tasarım dilimi besleyen çok kıymetli duraklar oldu. Şimdi ise yepyeni projelerle bu yolculuğu daha da ileri taşımaya hazırlanıyoruz.
Şehirle aran nasıl? İstanbul senin için ne ifade ediyor?
İstanbul bana ilham veren bir şehir. Kaosu, tarihi, renkleri ve insanlarıyla yaşayan bir ilham kaynağı gibi. Zıtlıklarıyla barışık. Bu zıtlık da koleksiyonlarımda sıkça yer bulan kontrastları doğuruyor. İstanbul, her koleksiyonun arkasında bir şekilde yer alıyor.
Bir markanın kendi ruhunu kaybetmeden güncel kalması çok önemli. Amor Garibovic’te biz bunu detaylarda, anlatıda ve işçilikte koruyoruz. Her koleksiyon yeni bir sayfa açıyor ama özünü unutmuyor.

Tasarım felsefenden bahseder misin? Yaratım süreçlerinde en çok nelerden ilham alıyorsun?
Tasarım benim için bir hikâye anlatma biçimi. Kadının doğası, doğa, geçmişle bugünün buluştuğu detaylar ve sanat... Bunlar ilham kaynaklarım arasında. El işçiliği, doku çeşitliliği, heykele yakın yapılarla kendi dilimi kuruyorum. Her tasarım bir hikâye taşır; bu da felsefemin merkezinde yer alıyor.
Modayı stilleriyle belli dönemlere damga vuran yıldızlardan ayrı düşünemeyiz. Sen de bugüne dek pek çok ünlü ismi giydirdin. Özellikle ilham aldığın ya da bir gün mutlaka giydirmek istediğin isimler var mı?
İlk aklıma gelen isim Dua Lipa. Onu giydirmeyi çok isterim. Adele de çok beğendiğim bir isim. Monica Bellucci yıllardır hayalim, Zendaya da öyle. Aslında daha birçok isim var, umarım içlerinden biriyle yollarımız çok yakında kesişir.
Moda devamlı olarak kendini yenilemeyi hatta yeniden yaratmayı gerektiren bir sektör... Bu bağlamda “hızlı moda”yı ve modanın geleceğini nasıl görüyorsun?
Moda artık sadece görünüş değil, bir duruş meselesi. Hızlı moda çok büyük bir tüketim yaratıyor ama buna karşı daha bilinçli, üretimi ve emeği önemseyen bir anlayış yükseliyor. Couture’un yeniden bu kadar değer görmesi de bunun bir sonucu. Ben her zaman zamansız olanı, emeği ve özgünlüğü savunuyorum.
Sence günümüzde insanların bir markayı sevip takip etmesinin sırrı nedir?
Markanın cazibesini korumak ve “yeni” kalmak için nelere dikkat ediyorsun?Bence samimiyet ve özgünlük her şeyin önünde geliyor. Bir markanın kendi ruhunu kaybetmeden güncel kalması çok önemli. Amor Garibovic’te biz bunu detaylarda, anlatıda ve işçilikte koruyoruz. Her koleksiyon yeni bir sayfa açıyor ama özünü unutmuyor.
Gelecek planlarından bahseder misin? Seni heyecanlandıran yeni projeler var mı?
Evet, hem de fazlasıyla! Amor Garibovic markası altında çok özel projeler geliştiriyoruz ve bazıları çok yakında hayata geçecek. Bunun yanında heyecan verici iş birlikleri de yolda. Ayrıca yurt dışında, çok sevdiğimiz bir şehirde showroom açma planımız var -bizi en çok heyecanlandıran konulardan biri de bu!
Özge Gürel

İki yeni projeyle ekranlara dönüyorsun, heyecanlı mısın?
Çok heyecanlıyım ve bu heyecanı çok seviyorum. İşimin bu yönü benim için müthiş bir motivasyon kaynağı. Her proje yeni bir hikâye, yeni insanlar, yeni mekânlar demek; bu da sizi sürekli farklı hayatların içine atıyor ve orada var olmaya çalışıyorsunuz. Bu süreç, bu çaba en sevdiğim kısım.
Bir yandan Bakü, bir yandan Gaziantep... Yoğun bir tempoda çalışıyorsun. Bu süreçte dengeni ve motivasyonunu korumak için neler yapıyorsun?
Son olarak Avşa eklendi o listeye. Başrolünü oynadığım “Annesi Ninja” filmi Avşa adasında çekildi. Evinden, güvenli alanından ve sevdiklerinden uzak olmak her zaman yorucu, bunu kabul ederek başlıyorum. Ama bu duygularla inatlaşmak bana hep iyi geliyor, öncelikle bunu unutmamaya çalışıyorum. Hiçbir zaman güvenli alan insanı olmadım; çok istediğimde ve ihtiyacım olduğunda bile. Kendimi tanıyorum ve kendimi hep mutlu tutmaya çalışmanın beni mutsuz edeceğini biliyorum, öyle bir çabam yok o yüzden. Ben düşüp yorulup tek başıma kalkmayı seviyorum. Denge ve motivasyon için en iyi yol kendini tanımak.
Bugüne dek pek çok farklı karaktere hayat verdin. Bunlar arasında bir oyuncu olarak seni en çok zorlayan ve / veya tatmin eden hangisiydi?
Hepsi. Hiçbiri ben değilim, çoğu bana yakın bile değil. Sadece merak ettiğim hikâyeler, ki bazılarını ne kadar merak ettiğimi bile oynarken öğrendim. Size ait olmayan, bilmediğiniz her duygu, tepki ilginçtir. Bunun illa güzel olması gerekmez, en büyük yanılgı bu. Sadece iyi şeyleri istemeyiz. İçerde bir yerde korktuğumuz ve utandığımız şeyleri daha çok merak ederiz. O yüzden hepsi tatmin ediciydi ve aynı oranda zordu.
Neler izlemekten hoşlanırsın, ne tür bir rol gelse asla reddetmem dersin?
Suç hikâyelerine ve fantastik hikâyelere takıntılıyım. Hele de ikisi birlikteyse, seremoni eşliğinde ve tekrar tekrar izliyorum. Buz gibi gerçekçi işler de günümüz dünyasında biraz fantastik sayılır, aynı his onlar için de geçerli. İyi yazılmış bir suç hikâyesine asla hayır diyemem.
Bir oyuncu olarak sanat ve moda arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsun? Moda senin için ne ifade ediyor?
Modaya bayılıyorum; başlangıçta kendimden emin değildim ama kendimi keşfettikçe ve yorumladıkça yakınlaştığım bir dünya oldu benim için. Sanat gibi moda da özgün olduğunda anlam kazanıyor. Çocukken müthiş bir özgürlükle birleştiriyoruz parçaları, bir ifade biçimi olarak kullanıyoruz giyinmeyi. Sonra bir dönem ve trendleri takip ediyorsun. Şu an ise hepsini bir araya getirdiğim bir dönemdeyim ve tadını çıkartmaya başladım.
Modayı “yıldız”lardan ayrı düşünemeyiz? Senin moda ikonların var mı?
Alexa Chung, Elsa Hosk, Jane Birkin, Audrey Hepburn.
Gündelik hayatında minimal ve sofistike bir tarza sahipsin. Kişisel tarzını nasıl tanımlarsın? Hangi tarzlar/akımlar seni daha çok kendine çekiyor?
Mutlu hissetmediğim bir şeyin içinde iyi görünemeyeceğim gerçeğini baz alıyorum öncelikle. Ama mutlu hissetme skalam geniş olduğu için bu kısıtlayıcı bir tavır oluşturmuyor stilimde. Farklı tarzları birlikte kullanmayı seviyorum, mutlaka renkli bir parça ekliyorum. Çok net görüntülerden ziyade biraz karışıklık yaratmak istediğim doğal görünümü besliyor.
Kariyerine dair en büyük hayalin nedir?
Mesleğimi yaparken mutlu olmaya ve gelişmeye devam edebilmek.