Ulaşamadığına Tutunmak ve Hep Ondan Düşmek
- Gökhan Çınar

- 22 Eyl
- 4 dakikada okunur
Hiç, bir parçanız olduğundan haberdar bile olmayan birini, hayatınızın en büyük parçası gibi hissedip onunla ama onsuz yaşadığınız oldu mu?Bir bakışıyla içinizi sarsan ama size hiç siz olarak bakmamış olan... Bir gülüşüyle dünyanızı aydınlatan ama beklediğiniz gülümsemeyi size hiç vermemiş olan... Adını bile duyunca kalbinizi hızlandıran ama kalbinizden onunla ilgili ne geçtiğini hiç gerçekten bilmemiş olan... İşte platonik, tam da buradan başlar. İçinde hem en masum coşkuyu hem de en derin yalnızlığı barındıran bu hâl, bazen insanı hüzünle büyütür. Bazen de yıllarca coşkuyla âşık olduğu yaşta bırakır.
Magnet Quarterly’nin bu sayısında “platonik” temasıyla, yoğun ama sessiz kalan bağsız bağları, hayali hayal kırıklığına dönüşse de vazgeçilmeyen ihtimalleri, atılmamış adımları, söylenmemiş sözleri, tamamlanmamış ilişkileri konuşuyoruz. Platonik olanın adı aşk ama hiç başlamıyor. Adı ayrılıksa o da hissediliyor ama gerçekleşmiyor. Adı yalnızlıksa onun varlığında fazla geliyor. Adı birliktelikse onun yokluğunda eksik kalıyor.
Çünkü ilişkiyi sadece bir durum değil, bir his olarak düşündüğümüzde ortaya çıkan tüm o karmaşık, çatışmalı, uzlaşmalı, tuhaf, samimi, hüzünlü ve bazen de komik hâlleri birlikte yaşamak istiyoruz. Duygusal yakınlıkla fizikseluzaklık arasındaki gerilime ve çağımızın duyarsızlaştıkça duygusunu kendisine daha çok saklayan yeni ilişki biçimlerine yakından bakıyoruz. Platonik, işte tam da bu sessiz bağların, bütünleşemeyen ama birbirine değen varlıkların ifadesi...

BİR SIRRI AVAZ AVAZ SUSMAK
Bazılarımızın anılarında ya da “şimdi ”sinde gizli kalmış bir platonik hikâye vardır. Adını mıh gibi aklımızda tutsak da anmaya çekindiğimiz, bazen herkese heyecanla ilan etmek isterken bazen kendimize de itiraf etmediğimiz, ismini sayıklasak da unutmak istediğimiz, belki sadece içimizden fısıldadığımız bir sır gibi yaşadığımız. Ama o sır, aslında bize dair çok şey söyler: Ne aradığımızı, neye özlem duyduğumuzu, hatta kim olmak istediğimizi...
Psikolojik olarak platonik aşkın kökleri, çoğu zaman “ulaşılmaz olanın cazibesi”ne dayanır. İnsan zihni, erişemediği şeye daha fazla anlam yükler. Ulaşılabilir olan sıradanlaşırken, ulaşılamaz olan büyür, yücelir. Bu yüzden platonik aşklar genellikle gerçek ilişkilerden daha tutkulu, daha yoğun ve daha sarsıcı yaşanır. Platonik olan, diğeri tarafından bitirilemeyeceği için yaşam boyu ölümsüzlüğün sancılı özgürlüğünü de hatırlatır. “İnsan ruhu güzeli gördüğünde kanatlanır; çünkü güzellik, ölümsüzlüğe dair bir hatırlayıştır” diyen Platon’a göre, aşkın en yüce hâli, bedensel arzudan çok ruhun güzelliğine ve ideallere yönelen aşktır. Yani maddi, fiziksel değil; daha çok manevi ve ruhsal bir bağdır. Hissedişin platonik olduğu durumlarda, duygunun beslendiği kişi bizimle o bağı hiç kurmayacak olsa da, ona hissettiğimiz bağı biz kesmezsek koparamaz da ama asıl mesele şudur: Platonik aşk çoğu zaman karşıdaki kişiden çok, bizim iç dünyamızla ilgilidir. Birine âşık olduğumuzu sanırken, aslında kendi hayallerimize, kendi eksik anılarımıza, kendi yarım kalmış yanlarımıza, kendi özlemlerimize tutunuruz. Karşıdaki kişi bizim için bir ayna olur. O aynada gördüğümüz ya da görmek istediğimiz çoğunlukla kendi varlığımızdır. Belki daha cesur olmak istediğimiz için cesur bulduğumuz birine âşık oluruz. Belki daha özgür hissetmek istediğimiz için bizim için tutsaklığı temsil eden birine...
Belki de kendi içimizde bastırdığımız duyguları o kişiye yükler veonu yücelttikçe yüceltiriz. Onu yapmak istediğimiz kişi, belkide çocukluğumuzda olamadığımız kişidir. Belki güçlü yanları, babamızın zaaflarıdır. Belki ondan beklediğimiz şefkat annemizin merhametsizliğidir. Karşılıklı ilişkilerde de bu beklentiler
vardır elbette. Ama ondan aldığımız alamadığımız, onunla tamamladığımız ya da tamamlayamadığımız şeylerle kendimize yeni yolculuklar yaparız. Platonik olanda ise, çıkmaz sokaktan yeni bir dünyaya açılmayı bekler dururuz. Yani platonik aşk, bir yanıyla da kendimize duyduğumuz gizli ve çaresiz özlemin adıdır.
İMKANSIZIN ÇEKİCİLİĞİNE ÇEKİLMEK
Tekrarlayan rüyalarımızı düşünelim. İnsan belli aralıklarla ve sürekli gördüğü rüyalarda, bir türlü halledemediği meselelerini bilinçdışı bir çabayla kendine hatırlatır. O rüyayı tekrar tekrar görür ki, ihmal ettiği, cesaret edemediği ya da unuttu zannettiği meselesi açıkta kalmasın ve onun için bir şey yapsın! Kişi bilinç düzeyinde bunu yapamayacağını düşünse de bilinçdışında imkânsız yoktur! Platonik olan da rüyaya yakındır.
Hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğine inanılan ilişkinin sürekli rüyasını görmeye devam etme halidir. Ve platonik olanda en güçlü duygu, imkânsızlıktır. İmkânsız olan, insan ruhunu hem yaralar hemde büyüler. Çünkü imkânsız olduğu düşünüleni hayal etmek bir yanıyla da güvenlidir. Reddedilme, incitilme, terslenme ya da cevapsız bırakılma ihtimali yoktur. Onunla birlikte olmadığımız için, hayalimizdeki kişi veya idealize ettiğimiz ilişki hep mükemmel kalabilir.
Karşılıklı hissedilen ve birlikte yaşanılan ilişkilerde zamanla karşımızdakinin kusurlarını görür, zaaflarını anlar, hayal kırıklıkları yaşarız. Ama platonik olanda hayal kırıklığı ilişkiye bağlı değildir çünkü zaten ortada gerçek bir ilişki yoktur. Bu yüzden platonik aşklar uzun yıllar sürebilir, hatta bir ömür boyu insanın içinde gizli bir sır gibi yaşayabilir. Sigmund Freud, Platonik aşk, işte tam da bu yüzden bize kendimizi tanıma fırsatı sunar. Âşık olduğumuz kişiye bakarak değil, o kişide neleri gördüğümüze bakarak kendimizi anlayabiliriz.Bu durum, “Ben kimim, neye özlem duyuyorum, hangi yanımı bastırıyorum”, “Onunla hangi anılarımı onarmayı umuyorum”, “Aslında ondan bana ne yapmasını bekliyorum” sorularını sorma fırsatıdır. Çünkü birine duyulan aşk, ne kadar güçlü olursa olsun, çoğu zaman en zaaflı yanımızın yani kendimize duyulan özlemin bir yansımasıdır.
BEŞ SORU İLE KENDİMİZİ SORGULAMAK
1. Sevdiğim kişide gördüğüm hangi özellik aslında benim içimde eksikliğini hissettiğim bir yanımı yansıtıyor olabilir?
2. Platonik olanı sürdürmek, beni gerçek ilişkilere adım atmaktan ve incinme riskini göze almaktan nasıl koruyor?
3. O kişiyi gerçekten olduğu hâliyle mi seviyorum, yoksa zihnimde yarattığım “kusursuz” bir versiyonunu mu?
4. Bu duygular bende en çok hangi ihtiyacı karşılıyor: Sevilme, görülme, onaylanma, aidiyet, anlam bulma, yoksa yalnızca hayal kurma?
5. Eğer platonik olan yarın bir anda karşılıklı hâle gelseydi; ben kim olur, nasıl olur, nasıl dönüşürdüm?
Bir hayale tutunmak; kendi gerçekliğimize ulaşmak, neyi istediğimizi bulmak ve varoluşumuzu anlamak için anlamlıdır elbette. Ama hep aynı hayale tutunmak, artık hayal kırıklığı ellerimizi kesmeye başladığında da tutunmaya devam etmek ve aslında ondan düşüyor olduğumuzu fark etmek bizi kendi boşluğumuzda kaybeder. Ve bunun, o hayali kurduğumuz kişiyle pek de ilgisi yoktur artık. O sadece bir aynadır. Bizi tamamlayacağını düşündüğümüz kişinin bir parçası değilsek boşluğunuza düşeriz. Ve en özde, insanı kendisinden başka hiç kimse gerçekten tamamlayamaz.
Eksik parçalarımızı kendimizde tamamlamak, zaaflarımızı anlamak, bunları yaparken de platonik olanın hayalini, masumiyetini, imkansızlığını, kaçışını ve anlamını konuşmak için sayfaları çevirebilirsiniz.


Yorumlar